Çok Okunanlar
Karakter boyutu :  18 Punto16 Punto14 Punto12 Punto
Y.Tuna GÜMÜŞSOY
Y.Tuna GÜMÜŞSOY
Sosyalist Feminist Politik Doğruculuk

36 yaşına geldim. Gelmekten kastımı biliyorsunuz tabii lakin bu tabirle dalga geçmeden edemem.  Bir yaşa gelmenin anlamı nedir? Bu sene geldim, seneye tekrar bekleriz mi? Bu yaşa geldim, hâlâ politik bir noktada konumlandıramadım kendimi. Orta okulda ülkücü mü olsam diye düşündüm, lise yılları CHP, Atatürkçü Düşünce Derneği.. Ayy, kaç kaç kaç kaç! Lise sonda TKP'ye bir yanlama. Hâlâ neyi neresinden tutacağımı bilemiyorum. Manifesto, proletarya, kardeşlik, düzen, sistem gibi kelimeleri duyma sıklığım arttığında anladım ki ben sosyalist oluyorum anne. Lakin hâlâ kafam karışık. Karışıktan kastım sosyalist olsam mı olmasam mı değil, 'La oğlum ben ne yapıyorum?' sorusu. Ara ara parti bürosuna gidiyorum. Herkes devamlı toplantı yapıyor, birileri her hafta Yılmaz Güney filmleri günü düzenleyip içimize bir ajite pompalıyor. Bir süre sonra bir şeylere karşı olduğumu hissetmeye başladım ama neye karşı olduğumu da kestiremiyorum. Okulda ya da evde bir şey oluyor, tam ben buna karşı olmalıyım deyip tepki gösterecekken susuyorum, başka yerde çok da lüzumsuz bir konuya karşı çıkıp boşa düşüyorum. Yani ta o zamanlarda da  tutturma sorunu yaşıyorum. Yine parti bürosundan çıktım bir gün, üniversiteli abilerle ablaların toplantısında yancılık halindeyim. Bir şeyler konuşuyorlar; sömürü, cinsel kimlik, feminiz, statüko, oportünist, lümpen. Bu kelimeler ve sayamayacağım niceleri cümleler içerisinde yerdirile yedirile bize zerk ediliyor, bende o bilgi olmadığı için de kendime en yakın olan kelimeleri çekiyorum, atıyorum kafaya. Karşı olduğum bir yerde kullanırım falan derdindeyim. Neyse eve gittim. Babam da işten gece 12.00'de geldi. Yorgun adam, annem neden geç kaldığını sorunca babam 'Ustabaşı'nın acil işi çıkınca mesaiye kaldık hanım' deyince  ben de direkt lak diye mevzuya girdim. 'O lümpenler seni sömürüyor baba. Onların uşağı olmamalıyız, karşı çıkmalıyız, statükocu olmamamız lazım.' derken sen misin konuya lak diye giren diyerek babam pat diye oturtturdu tokadı.  O gün halkın tokatını yiyince anladım ki bu sosyalizm bana göre değil. Tokat ardından gelen yumruk ve tekmeleri de göğsümde yumuşatınca sosyalistlerin neden devamlı dayak yediğini de anlamış oldum. Sonra partiye bir daha gitmedim. En azından lise bitene kadar. Fakat içimde hâlâ bir karşı duruş vardı. Fırsatını bulur bulmaz karşı duruyordum bir şeylere. Konu mühim olmuyordu genelde.

 

Dinlediğim müzikler de evrim geçirdi tabii bir de bahsettiğim dönemlerde Spotify, Youtube falan yok. Merdiven altı CD'cilerden müzik CD'leri alabiliyorduk. Kaset de yeni yeni tarihe karışmaya başlamıştı. Alt yapısı zayıf sosyalist olarak üniversiteyi kazanınca dedim rahat rahat sosyalistliğimi yaparım, karışanım olmaz.  Üniversitenin ilk haftası koştur koştur gittim partiye.  İyi karşıladılar. Hem artık üniversiteli olarak partideyim. İçin rahat, kendime güvenim tam.  Birkaç hafta sonra bildiri dağıtmaya çıktık. İlk çıkışım ve nasıl heyecanlıyım anlatamam.  Birkaç saat sonra ülkücüler bir yerde kıstırıp ıslatıp ıslatıp dövünce bizi, ben bu işten iyice uzaklaştım. Morluklar geçene kadar da eve kapattım kendimi ve oyunlarla olan maceram da iyiden iyiye başlamış oldu. Lakin partide tapu kadastro okuyan Fadıl isimli biriyle tanışmıştım. Onunla iletişimim uzun süre kopmadı. Onu da başka bir hikâyede anlatacağım. Daha önceki bir hikayede bahsettiğim, İsmet?le oyunlarda kaybolduğum dönemlerdi. O garsonluk sevdasına kapıldıktan sonra ben de oyundan kafamı kaldırayım da bir iki insan göreyim diye ara ara okula gitmeye başladım. Hemen sosyalist paratoneri gibi çektim kendime bir iki sosyalist müzisyen. Okulun çimlerinde müzik yapıp o sırada gerçekleşen herhangi bir eyleme katılıyorduk. İçerik sorgumuz da yoktu. Şaşırıp dindarların eylemine katılma ihtimalimiz de çok yüksekti.  Hatta bir ara günde iki üç eyleme katılır olmuştuk. 'Lan biz ne zaman kampüste müzik yapsak mutlaka bir eylem oluyor. Yoksa bize karşı yapılan bir eylem mi arkadaşlar?' diye yanındakilerin dikkatini çekmeye  çalışmıştım ama bir işe de yaramamıştı. 

 

Okulda görünürlüğüm artmaya başlayınca elbette çevremdeki kız sayısı da bununla doğru orantılı olarak artmaya başladı. Lakin neredeyse hepsi üniversiteyi yeni kazanmış ve sömürü düzenine karşı olan sosyalistimsi kızlardı. Çoğu benim gibi temelsizdi. Hepimiz 'mış gibi' yapıyorduk, birbirimize ses etmiyorduk. Aralarından donanımını tamamlayıp viyadük olan arkadaşlar da olmadı değil. Çünkü o donanımı tamamlayınca insan en fazla viyadük olabilirdi ki insanlar üzerlerinden rahatça geçsinler ama benim öyle bir idealim olmadı. Ben hafif sosyalist olarak kalayım takılayım modunda yaşadım uzunca bir süre.  Bu sosyalistimsi kızlardan biriyle duygusal bir yakınlaşma yaşamaya başladık. Bakın kurduğum cümle çok önemli 'Duygusal yakınlaşma yaşamaya başladık.' dedim. Yıllar sonra bu yazıyı yazarken bile 'Sevgili olduk' diyemiyorsam durum çok vahim. Neden mi? Gelin hikâyeye devam edeyim. Politik doğrucu yaşama merhaba demiş oldum bu duygusal yakınlaşmayla. İlk başlarda o kadar  tehlikeli değildi. Ufak ufak politik doğruculuklarımız vardı. Tabii ki benim yönlendirmemle değil, duygusal yakınlaşmamın olduğu hetero bireyin dayatmasıydı bu. Sokak köpeği tamlamasını kullanmamaya başlamıştık. Sokak dostlarımız, diyorduk. Yani başlarda böyle masumdu her şey. Bayan dememeye başlamıştım. Hâlâ da demiyorum. Seksist kelimeleri bir bir eliyorduk hayatımızdan ki düşünün benim bir tarafım Niğdeli bir tarafım Adanalı. Nasıl çıkarayım hayatımdan küfrü. Evet, noktalama işareti şeklinde kullanmıyordum ama yeri gelince de ağzıma çok güzel oturuyordu. Elbette bıraktım küfrü falan. Omurgasızlıkta rekora koşuyorum.  Çünkü seviyorum karşı cinsten hetero bireyi. Artık ismiyle hitap edeyim en iyisi: Eda.   Biz politik doğruculukla ve sosyalizm tutkumuzla tam gaz ilerlerken o eylem senin bu eylem benim koşturuyorduk. Birlikteliğimizin 5. ayında aynı eve çıkmaya karar vermiştik. Gerekli eşyalarını benim evime taşıdık. Mütevazı bir gardrobu vardı Eda'nın. Aşırı tüketime karşı olduğumuz için ben sığırdan hallice giyiniyordum, o da 3-4 pantolon ve bir kaç tişörtle idare ediyordu. Az kıyafetimiz olduğu için yıkamaktan zaten mahvoluyorlardı ama yırtılsa da bir şekilde giymeye devam ediyorduk. Hatta annem cami önünde dilencilik  yapmamı tavsiye ediyordu ki görüntü olarak dilenciden pek farkım yoktu. Saçlar uzun, yırtık pırtık pantolon, delik ayakkabı ya da yaz aylarında camii terliği kombini. O halde sokak müziği yapıyordum. Akşamları da çakma bir türkü barda çalıyordum. Gelen tipler de genelde eski solcular ya da içinde bulunduğum güruhtan dilenciler locasına bağlı şahıslardı. Günden güne bu yaşam tarzını benimsemiştik. Fast food tüketmiyor, marka kıyafet almıyor hatta ve hatta ikinci el kıyafetler alıyorduk. En büyük eğlencemiz de akşamları kötü şaraplar alıp muhabbet etmekti fakat bir süre sonra bu yaşam tarzı Eda'yı o kadar sarmaya başlamıştı ki konuşmalarımız yavaş yavaş değimeye başladı. Bu değişim Eda'nın mor şile bezi şalvar almasıyla başladı. İlk başlarda bunun Eda?da bir değişim yaratacağından bihaberdim ama mor etek, şalvar sayısı arttıkça edanın kimyası da buna bağlı olarak değişiyordu. Mor şile bezi politik doğrucu ve feminist kimliğini körüklüyordu. Kesin bir kaide ile bunu söyleyemem ama yaşadığım şey tam da buydu. Şile bezi bütün vücudunu kaplamaya başlayınca Eda kozaya girmiş bir tırtıla dönüştü. Artık hayatımızdaki her şeyi yerli yersiz eleştiriyordu. Şile bezi sevdasıyla doğru orantılı bir şekilde artan agresifliği bu sürecin 1. seviyesiymiş meğer. Politik doğruculukta pik noktasına ulaşmış, kurduğum her cümledeki kelimeleri cımbızlayıp kendince düzeltmeye başlamıştı. 'Halkların kardeşliği' diye başlasam 'Halkların kardeşliği olmaz, halklar eşittir.' diyordu. Hadi buna ben de canı gönülden katılıyordum ama hitap şekillerine de karışmaya başlamıştı. 'Aşkım' dediğim zaman 'Beni lütfen kendi cümlendeki bir iyelik ekine alet etme. Ben kimsenin malı değilim ben bir bireyim' diye karşılık veriyordu. Hayatım falan desem hayatı zindan edebilecek güçteydi doğrusu. Eda'nın içinde bir Google arama motoru vardı sanki. Yalnız işleyiş farklıydı. Google 'Bunu mu demek isteniz' ibaresini kullanırken Eda 'Hayır bunu demek istedin' diktesiyle çıtayı o kadar yükseltmişti ki artık yanında konuşamaz hale gelmiştim. Ağzımı açsam 'Ağız diye ötekileştirme; bundan sonra ona ağız demeyeceksin, vücudumuzun konuşma organı diyeceksin? şeklinde karşılık verme tehlikesi vardı. Tensel temas konusu da ayrı bir dertti. İzni olmadan elini tutmaya yeltenemiyordum. İstemezse elbette tutmasın. Hele ki cinsellik artık o kadar zor bir konuydu ki sevişmek için ikametgâh ilmuhaberi ve vukuatlı nüfus kayıt örneğiyle birlikte bir dilekçe vermem gerekiyordu. Bu da 2. seviyeye geçtiğinin göstergesiydi. Ev içerisindeki olaylardan bahsetmiyorum bile. Artık gardrobu şile bezleri, mor şallar, bordo birşeylerle dolmuştu. 3. seviyeye geçişi ise bir ritm atölyesine gitmesiyle başlamıştı. Artık devamlı atölyedeydi. Birkaç kere ziyarete gittiğimde hazin şeylere şahit olmuştum. Herkesin elinde bendirlerle bir grup yorum şarkısına 4/4 ritimle eşlik edip kendilerinden geçiyorlardı ama ritm sabit ve ataksızdı. Çalışma bitince de bunla gurulanıp geri kalan bütün insanlığı yermeye başlıyorlardı. Bu fikre o kadar kapılmışlardı ki benim müzisyenliğim falan dama atılmış, bir eleştiri konusuna dönüşmüştü. Müzikal bir açıklama yapmaya kalksam da bunu savunma mekanizması olarak adlandırıp yermeye devam ediyorlardı. 4. seviye ise eve bir gün erbaneyle gelmeyisle başladı. Artık 2 yıldır aynı evi paylaştığım duygusal yakınlığımın olduğu hetero seksüel homosapiens birey tam anlamıyla sosyalist feminist bir politik doğrucu olmuştu. Elindeki erbane ise 10 kaplan gücündeydi. Buna daha fazla dayanamayacağımı anladığında erbane öncesinde kullandığı bendir gibi bırakıp gitti beni. Aslında gittiğinde bir rahatlama hissetmedim de değil. Gittiği gün,  burger kinge gidip bir Double Wooper Menü söyleyip Lcw'den iki tane ucuz tişört aldım. Şu an öğretmenim. O ise muhtemelen ritm atölyesinde şile bezi olmuştur. 

Bu yazı toplam 949 defa okunmuştur.  
Kalan Karekter Sayısı : 500
Sitemizdeki yazı ve resimlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
AmdYazılım
Güneydoğu Haber