Çok Okunanlar
Karakter boyutu :  18 Punto16 Punto14 Punto12 Punto
Dr. Onur YILMAZ
Dr. Onur YILMAZ
COVID-19 Pandemisi ve Orman Yangınları Bağlamında HAYATIN ANLAMI

 

Felsefenin varlığı ve bilim dünyasına katkıları, ilk çağlardan beri güçlü bir fenomen olarak kendini gösterir. Toplumun ve onun çekirdeği olan bireylerin sorunlarına yaklaşımlar söz konusu olduğunda ise, felsefenin getirdiği açılımlara ve ön ayak olduğu kazanımlara zamanla uzak kalınmıştır. Felsefenin insan yaşamına ve toplumsal dinamiklere, özelde de ruh sağlığına dair en önemli katkısı, ''yaşamın anlamı'' kavramına odaklanmış olan yanıdır. Alışıldık ve hatalı bir yaklaşımla, yaşamda anlam bulmak, özgürlük ve otantik yaşam gibi temel felsefe kavramları, keyifli yaşam ve başarılı olmak ile karıştırılabilmektedir. Varoluşçu felsefe başta olmak üzere birçok felsefi akım, bu kavramların keyif ve başarıya değil, ''gerçek'' olmaya, ''kendi gibi'' olmaya dair yola davet sunduğunu söyler. 

 

Avusturyalı psikiyatrist, nörolog ve psikoterapist Viktor Emil Frankl, ikinci dünya savaşında bir toplama kampındaki esaretinden kurtuluşunun ardından, felsefe zemininden beslenen, yaşamdaki en önemli hedefin anlam bulma olduğu iddiasında olan bir analiz yaklaşımı getirmiş, buna ''Varoluşçu Analiz'' ismi vermiştir. Bu sayede, deyim yerindeyse unutulmuş olan felsefe, en azından ruh sağlığı ve psikoterapi dünyasına yeniden girmeye başlamıştır. 

 

Varoluşçu analizin temel söylemlerinden bazıları şöyle özetlenebilir:

 

  • En zor koşullar altında bile hayatın her zaman anlamı vardır. Yaşam motivasyonumuz hayatta anlam üretme arzumuzdan gelir.
  • Yaşamın anlamı, arayarak bulabileceğimiz bir şey değildir. Kendi yaşamımızın anlamını ancak kendimiz üretebiliriz. Anlam üretmek için temel kaynaklarımız ise deneyimlerimiz, yaptıklarımız ve kaçınamadığımız acı ve zorluklardır.
  • Otantik yaşam, bireyin 'kendisi gibi' olması ve yaşamasıdır. Seçimler yapan, sorumluluk alan ve tüm sonuçları kabul eden birey, otantik bir yaşam sürmektedir ve her zaman iyi hissetmesi mümkün olmasa da, daha üretken ve ümitli olacaktır.
  •  

Bu jenerik bilgiler içeren girişten sonra yazının hedefindeki temalara geçiş yapmaya başlayabilirim. Covid-19 pandemisi ile birlikte, insanların çoğunun adeta sessiz bir anlaşma ile yaşama dair illüzyonlar içeren beklentilerinin geçersizlikleri artık kolay kolay reddedilemeyecek kadar göz önündedir. Bu beklentilerin en önde gelenleri ise mutlu olmak, rahat etmek ve adil bir dünyada yaşamaktır. Ancak pandeminin de bize apaçık gösterdiği üzere, hayatın bize mutluluk, rahatlık ve adalet getirmek gibi bir borcu, görevi ya da sözü yoktur. İnsanlar çoğu zaman dünyadan alacaklı gibi yaşamayı seçmekte, dünya onlara arzu ettikleri ya da bekledikleri konforu, rahatlığı, mutluluğu ve adaleti getirmediğinde ise küskünlükler, öfkeli davranış ve tutumlar, kaçınmalar, depresif duygudurumlar deneyimlemektedirler. Yaşamdan bu kadar beklenti içinde olmayı kuşkusuz ki kolaylaştıran güçlü etkenlerden biri, 'her şeye kolay ve zahmetsiz ulaşılabileceğine' dair ümit veren medya ve tüketim anlayışıdır. Ancak bu durum, mevcut yazının ilgi alanına dahil olmadığı için üzerinde detaylı durmayacağım. Başka bir haklı serzeniş de, yaşamdaki adaletsizliklere karşı, sanki hiçbir şey olmamışçasına pasif bir tutum takınmanın zorluğudur. Adalet kavramı ile kurduğumuz ilişkiyi daha 'sağlıklı ve sürdürülebilir' bir yere taşımayı önermek, şu ana kadarki bilgi, deneyim ve birikimlerim ile buraya yazabileceklerimden en iyisi gibi geliyor. Elbette adaletsiz, haksız durumlarla gücü, donanımı, etkinliği yettiği ölçüde mücadele edebilmek, insana kendisini de daha bütün ve gerçek hissettiren bir deneyimdir. Bununla birlikte, ne kadar mücadele edilirse edilsin, dünyada adaletsizliğin tamamen ortadan kalkması daha önce mümkün olmadığı gibi bundan sonra da olası görünmemektedir. Pandemi özelinde de hem ülkemizde, hem diğer ülkelerin birçoğunda, aşı bulma, aşı yaptırma, hastaneye yatış ve tedavi olanakları, halka verilmesi beklenen devlet desteği gibi konularda rahatlıkla ifade edebileceğimiz açık adaletsizliklere tanık olduk. İnsan eliyle yapılan adaletsizliğin dışında, örnek olarak, aynı evde iç içe yaşayan iki bireyden biri hastalığa yakalanırken, diğerinin yakalanmıyor oluşu, en azından kendi içinde minik bir 'eşitsizlik' örneğidir aslında.

 

Pandemi ile birlikte, ancak bu kez hızla ortadan kalkan başka bir illüzyon ise, 'diğer insanlarla hiçbir irtibatımız olmadığı/olmayacağı' fikridir. Bu güne kadar yakın irtibat kurmadığı, veya bir süre sonra kurmamayı seçtiği insanlarla tüm insan insana etkileşimlerin sanki sihirli bir biçimde ortadan kalktığına/kalkacağına inanan çoğu kişi, artık hayatında hiç karşılaşmadığı bir insandan hastalık kapma veya başkalarına hastalık bulaştırma endişesini az ya da çok yaşamaktadır. Daha önceki yıllarda da sokakta, iş yerinde, toplu taşımada, okulda vb birilerine hastalık bulaştırma ya da birilerinden hastalık bulaşması riskleri ile iç içeydi insanlar, ancak çoğu zaman böyle bir gerçeklik yokmuşçasına günlük yaşamlarına devam etmeyi seçebiliyorlardı. Bugün artık bu, en azından eskisi kadar mümkün değil. Yaptıklarımızla ve yapmadıklarımızla, başta yakınlarımız olmak üzere tüm insanların yaşamlarında direkt ya da dolaylı yoldan etkilerimiz olduğu ve olacağı gerçeğiyle her zamankinden daha açık biçimde yüzleşebiliriz.

 

Çok can yakıcı ve pek çok açıdan da ülkemizdeki insanları şüphe, tedirginlik ve güvensizlik duyguları ile baş başa bırakan orman yangınlarına gelince, konuyu duygusal derinliğinden soyutlanarak yazmak ne kadar zor olsa da, en azından çabalayacağım. Tabii bu yazının inceleme alanında yangınları kimin çıkardığı, söndürme çalışmalarının yeterli verimlilikte ilerleyip ilerlemediği, halka temel desteğin devlet tarafından yeterince sağlanıp sağlanmadığı, yanan arazilerin geleceğinin ne olacağı gibi konular bulunmuyor. Bu meselelerin siyaset ve sosyoloji ile daha profesyonel düzeyde ilgili kişilerce gündeme getirilmesini ve gündemde canlı tutulmasını ise çok önemsediğimi ekleyerek ve konunun bu kısmının dışına çıkarak, kendi uzmanlık çerçevemden meseleyi değerlendirmeye devam etmeye çalışacağım.

 

Evet, ne yazık ki tanık olduğumuz (veya belki bir kısmımızın bizzat deneyimlediği, ve/veya yakınları vasıtasıyla daha çok içinde olduğu) yangınlar, bize yaşama dair bir başka 'gerçek' ile ilgili haber de veriyor. O gerçeğin tek kelimelik özeti, 'belirsizlik'. Yaşamın en önde gelen gerçeklerinden birisi belirsizlik ve netlikten uzaklıktır. Yaşamdaki güven beklentisinin ürünlerinden biri olan netlik/kesinlik arayışının zaman zaman günlük hayattaki işlevselliği dahi bozacak seviyeye gelerek kaygı bozukluklarına yol açtığını halihazırda biliyoruz. Ancak, herhangi bir ruhsal bozukluk yaşamayan bireyleri de epeyce zorlayan meselelerden biri, böyle acı deneyimlerde ortaya daha bir açıkça çıkan ve artık reddedilemeyecek boyutta olan 'belirsizlik' gerçeğidir. Günlük tedavi pratiklerinde netlik arayışıyla en sık karşılaşma kesitlerimizden birisi, ilaç prospektüslerini detaylıca okuyup, oradaki en tehlikeli yan etkileri hekimlere soran hastalar ve/veya hasta yakınları iledir. 'Parol beyin kanaması yapar mı' Yanıtı evet veya hayır ikilemine zorlanmış bir soru olsa da, elbette yanıt ne evet ne de hayır dır. En basit ağrı kesici ilacın dahi ciddi yan etki yapma potansiyeli vardır. Ancak bunun ölçüsünü ve riskini gerçekçi biçimde değerlendirmek için bazı alegoriler bizlere yardımcı olabilir. Sokakta yürürken başınızın üzerine saksı düşmesi riski hiçbir zaman sıfır değildir. Ancak, ciddi bir ruhsal sorundan mustarip değilseniz, başınıza saksı düşebileceğini düşünerek sokağa çıkmamazlık yapma ihtimaliniz düşüktür. İşte basit bir ağrı kesicinin sizde beyin kanaması yapabilme riski de, bahsettiğim koşuldaki risk ile çok benzerdir. Evet ve hayır kutupları arasında kalan büyük vadide, çok sayıda ara seçenek duruyor aslında; ve gerçek olana en yakın olanlar da aradakilerdir.

 

Bir sabah kalktığında ülkesinde/şehrinde/mahallesinde ormanların yandığı gerçeğini duyan insan, hem ormanlara dair tüm bildiklerini ve inandıklarını tekrar gözden geçirmek durumunda kalmakta, hem de sonrasındaki akıbetiyle ilgili belirsizlikler ve güvensizlikler ile, çok acı ancak çok gerçek bir yoldan yüzleşmektedir.

 

Bu kadar 'zor gerçekler' barındıran ifadelerden sonra, yazının iki ana konusunu, 'gerçek' olanın daha iyicil bir yönüyle bir araya getirmek istiyorum. Felsefenin, insanın her şart altında insanın özgür oluşu önermesi vardı yazının girişinde. En ümitsiz görünen durumlarda dahi 'kendini aşmak' dediğimiz eylemleri gerçekleştirmek, ümide doğru davet sunan yolda adımlar atmak anlamına gelir. Varoluşçu felsefede kendini aşmak ifadesinden kast edilen şeyin, 'devamlı performans artırmak' olmadığını vurgulamalıyım. Kendini aşmak, 'kişinin o ana kadar deneyimlediği, yaptığı, içinde olduğu' şeylerin ve bağlamın 'dışından bir yere uzanabilmesi'dir. Bu genel tanımın içine dahil olan sayısız yaşam deneyimlerini üç temel başlıkta kabaca ele alacak olursam:

 

Hayattan almak (gezmek, yemek-içmek, izlemek, koklamak, dinlemek ...)

 

Hayata bir şeyler vermek (proje üretmek, çocuk yetiştirmek, eğitim vermek, zor durumdakilere yardım eli uzatmak, yazmak, çizmek, anlatmak...)

 

Kaçınılamayacak zorlukların içinden geçmek diyebilirim.

 

İster pandemi ister yangınlar için olsun, bunların hakkında okuyup öğrenebiliyorsak, zor durumdakilere gücümüz/etki alanımız ölçüsünde yardım ediyorsak, hangi acıyı çekiyor olursak olalım, kaçmadan ve kaçınmadan hakkıyla çekiyorsak, oralarda 'anlam bulabiliriz'. Görüldüğü üzere, yaşamda anlam 'aranarak bulunacak bir şey değildir'. Deneyimlerken, yani hayattan alırken, hayata verirken, zorlukları yaşarken yolda denk geldiklerimizdir. Her zaman haz ya da güç odaklı bir yaşam beklemek, insan için sürdürülebilir bir durum değildir. Ancak, yaşamda anlamlı şeyler yapmak, hem sürdürülebilir, hem de canlandıran bir durumdur. Yaşam bizlere her zaman mutluluk, keyif, rahatlık, netlik vadetmiyor, ancak her durumda 'anlam potansiyelleri' barındırabiliyor. İnsanlar, haz ya da güç peşinde değil, anlamlı faaliyetlerin içinde oldukları sürece içlerindeki 'boşluk' hissiyatları ile baş etmeleri daha fazla mümkün olabilecektir.

 

Herkese anlamlı bir yaşam dileklerimle; sevgiler, sabırlar olsun.

 

 

Bu yazı toplam 1751 defa okunmuştur.  
Kalan Karekter Sayısı : 500
Sitemizdeki yazı ve resimlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
AmdYazılım
Güneydoğu Haber