Dostlukta samimiyet; suyun tadı, kuşun kanadı, ormanın uğultusu, güneşin aydınlığı kadar doğal ama zorunludur. Bunun adına ister “ihlâs” deyin, ister “içtenlik”. Adı ne olursa olsun, mutlaka samimiyet gerektirir dostluk. Mevlana”nın diliyle “Sevgide güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi. Hatalarını örtmede gece gibi ol, tevazuda toprak gibi. Öfkede ölü gibi ol. Her ne olursan ol; ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol.”

 

Samimi olmak ise asla laubaliliği gerektirmez. Bilakis özünde sevgi, saygı ve dürüstlüğü barındırır. “Başkalarının sözünü sana taşıyan kimse, belki senin sözünü de onlara taşıyordur.” der Hasan Basri. Dostlukları yok etmekten de öte, düşmanlıkların alevine odun taşıyan, laf getirip götürme ve dedikodu (gıybet) hastalığı, toplum huzurunu dinamitleyen aşağılık bir davranış olduğu kadar da iğrenç bir günahtır. Çünkü bu eylem, direkt olarak insan onurunu ve toplumsal huzuru hedef almaktan da öte, sonuçta insanları savunmasız yargılamak ve mahkûm etmek gibi bir adaletsizliği de içermektedir. Zira kişinin gıyabında ve tek taraflı verilen bir karar doğru olsa bile adil değildir. Zaten Kuran”ın diliyle, bu eylemin “ölmüş bir insanın etini yemek” gibi insan doğasına ve haysiyetine yakışmayacak bir tutumla eşdeğer kabul edilmesi bu günahın mahiyeti hakkında yeterli fikir vermektedir. (49/12)

 

İnsanları arkalarından çekiştirmek ve yargılamak onlar hakkında kesin bilgiye dayanmaksızın zanla hüküm vermeye götürür ki yüce Allah insanları bundan şiddetle sakındığı gibi (49/12) bize ulaşan her habere doğruluğunu araştırmaksızın inanmaktan da men etmektedir.

 

Dostluk sırasında senden olmayan meziyetlerle seni öven adamın, düşmanlık sırasında da sende bulunmayan fenalıklarla seni kınayacağı gün gibi aşikârdır. Seni överken gösterdiği cömertliği emin ol ki seni yererken de esirgemeyecektir. Esasında bu tutumumuz, dostlukta samimi olmaktan öte insani ilkesizliğin bir dışavurumudur. Sıcacık ve samimi bir kabul görmenin şartı; aynı tavrı karşımızdakine takınmaktır. Bunu başarmak için ise daha fazla insani ama daha az mekanik olmak yeterli olacaktır. İçtenliğiniz, yüzünüzdeki dostça bir tebessüme ve gözlerinizdeki ifadeye yansır. Gözlerin konuştuğu dil dünyanın her yerinde aynıdır. Zaten satabilmesi için insanın yalnızca tezgâhında değil yüzünde de bal olması gerekirmiş. Bunun içindir ki “Gülümsemesini bilmeyen biri dükkân açmamalıdır.” der bir Çin atasözü. “suratı ekşi olanın balı da acı olur.” diyen Şeyh Sadi”de, dostluğun samimi ve gülen yüzüne vurgu yapmaktadır.

 

İnsanlar sonbahar yaprakları gibi oradan oraya savrulurken, ömür denilen sermaye avuçlarımızdan kayan kum taneleri gibi yavaş yavaş hissettirmeden ince ince kaybolmaktadır. Gerçek dost edinebilen, kalıcı dostluklar kurabilen ve gülümsemenin sadaka olduğu bilinciyle aydınlık yüzlerle samimi davranabilenlere ne mutlu.