Çok Okunanlar
Karakter boyutu :  20 Punto18 Punto16 Punto14 Punto
İşte ‘MİT TIR’ları Davası’nın gerekçeli kararı
17 Mayıs 2016 / 10:02
İşte ‘MİT TIR’ları Davası’nın gerekçeli kararı
Can Dündar ve Erdem Gül'ün yargılandığı "MİT TIR'ları Davası"nda mahkeme, verdiği kararın gerekçelerini açıkladı.

T.C.
İSTANBUL
14. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Tefrik / Beraat / Mahkumiyet
DOSYA NO : 2016/37
KARAR NO : 2016/162
C.SAVCILIĞI ESAS NO : 2016/3972
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
GEREKÇELİ KARAR
BAŞKAN : CANEL RÜZGAR 39902
ÜYE : CEM KARACA 43103
ÜYE : BÜNYAMİN KARAKAŞ 153289
C. SAVCISI : EVLİYA ÇALIŞKAN 38127
KATİP : METİN KAYAOKAY 122667

DAVACI : K.H.

KATILAN : RECEP TAYYİP ERDOĞAN, TC Kimlik No:17291716060, Ahmet ve Tenzile oğlu, 26/02/1954 İSTANBUL doğumlu, RİZE, GÜNEYSU, Dumankaya mah/köy nüfusunda kayıtlı olup, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi Merkez / ANKARA adresinde mukim
VEKİLLERİ : AV. AHMET ÖZEL – AV.HATİCE ÖZAY – AV. FERAH YILDIZ, Tozkoparan Mahallesi Haldun Taner Sokak No: 27 K.4 D.14 Alparslan İş Merkezi Merter, Güngören / İSTANBUL
AV. SARA KANALKA, Tozkoparan Mahallesi General Ali Rıza Gürcan Caddesi Alparslan İş Merkezi No:25 Kat:9 Daire:29 Güngören / İSTANBUL
AV. ALİ ÖZKAYA, Söğütözü Mah. 2177. Cad. No:10/B Via Twins Kat:17 Daire:119 06530 Çankaya/ ANKARA
AV. MUAMMER CEMALOĞLU, Mustafa Kemal Mahallesi 2131.Cadde No:16/4 Çankaya/ ANKARA
AV. MUHAMMED KİOMERS GANBARİ, General Ali Rıza Gürcan Cd.N.29 Alparslan İş Merkezi Kat.9 Merter Güngören/ İSTANBUL
AV. SEÇİL ÖZKAZANÇ, Tozkoparan Mah. General Ali Rıza Gürcan Cad. No:29 Alparslan İş Merkezi K:9 D:27 Merter Güngören/ İSTANBUL
AV. BURHANETTİN SEVENCAN, Mustafa Kemal Mahllesi 2146. Sokak 14/9 Atlas Plaza Çankaya / ANKARA

AV. FATİH ŞAHİN, Kızılırmak Mahallesi 1450. Sokak No:9/20 Çukurambar Çankaya/ ANKARA
KATILAN : MİLLİ İSTİHBARAT TEŞKİLATI MÜSTEŞARLIĞI, Gayret Mahallesi Ahmet Hamdi Sokak MİT Müsteşarlığı Kompleksi Yenimahalle / ANKARA
VEKİLLERİ : AV. ÜMİT ULVİ CANİK, Başbakanlık MİT Müsteşarlığı Cem Ersever Caddesi – Yenimahalle Çankaya / ANKARA
AV. AYŞE ERDENUR BAYKAL, İstanbul Maliye Ve Muhakemat Müdürlüğü Merkez / İSTANBUL
SANIK : CAN DÜNDAR, TC Kimlik No:10996317488, Ali Rıza ve Öznur oğlu, 16/06/1961 ANKARA doğumlu, ANKARA, YENİMAHALLE, Ragıptüzün mah/köy nüfusunda kayıtlı. Çengelköy Mah. Alzambak Sk. No:3 İç Kapı No:1 Üsküdar / İSTANBUL adresinde oturur.
SANIK : ERDEM GÜL, TC Kimlik No:40063323944, Ziya ve Fatma oğlu, 02/05/1967 TRABZON doğumlu, GİRESUN, EYNESİL, Gümüşçay mah nüfusunda kayıtlı. İşçi Blokları Mahallesi 1489 Cadde No:7 İç Kapı No:26 Çankaya / ANKARA adresinde oturur.
TUTUKLAMA TARİHLERİ : 26/11/2015, İstanbul 7. Sulh Ceza Hakimliği’nin 26/11/2015 tarih ve 2015/490 sorgu sayılı kararı
TAHLİYE TARİHLERİ : 26/02/2016, (İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2016/37 esas sayılı kararı ile Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan)
MÜDAFİİLERİ : AV. ABBAS YALÇIN – AV. BÜLENT UTKU – AV. TORA PEKİN, Prof. Nurettin Mazhar Ökten Sokak No: 2 Şişli / İSTANBUL
AV. AKIN ATALAY, Cumhuriyet Gazetesi Prof. Nurettin Öktel Sok. No:2 Şişli / İSTANBUL
AV. BAHRİ BAYRAM BELEN, Tünel İstiklal Cad.No.483 Union Han Kat 2 Beyoğlu / İSTANBUL
AV. FİKRET İLKİZ, Maçka Cad. No.11 K.2 D.3 Kazım Gerçel Apt. 34367 Şişli / İSTANBUL
AV. İSMAİL AZİZ ERGİN CİNMEN, Bitez Kubilay Sk. No:2/3 Bodrum / MUĞLA
AV. MUSTAFA KEMAL GÜNGÖR, Serasker Cad. Pavlonya Sokak 34/4 Kadıköy / İSTANBUL
AV. KAMİL TEKİN SÜREK, Tarlabaşı Bulvarı Kamerhatun Mah. Al Hatun Sk. Emek Apt. No:25 Beyoğlu / İSTANBUL
SUÇ : Silahlı Terör Örgütüne Üye Olmaksızın Bilerek ve İsteyerek Yardım Etme, Devletin Güvenliğine ve Siyasal Yararlarına İlişkin Gizli Kalması Gereken Bilgileri Siyasal ve Askeri Casusluk Maksadıyla Temin Etme, Devletin Güvenliğine ve Siyasal Yararlarına İlişkin Gizli Kalması Gereken Bilgileri Siyasal ve Askeri Casusluk Maksadıyla Açıklama, Cebir ve Şiddet Kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini Ortadan Kaldırmaya veya Görevlerini Yapmasını Tamamen veya Kısmen Engellemeye Teşebbüs Etme
SUÇ TARİHLERİ : 29/05/2015 – 12/06/2015
SUÇ YERİ : ŞİŞLİ / İSTANBUL
KARAR TARİHİ : 06/05/2016
Anayasanın 9.maddesi uyarınca Türk Milleti adına yargılama yapmaya ve hüküm vermeye görevli ve yetkili mahkememizce yukarıda açık kimliği yazılı sanıklar hakkında açılan kamu davasının yapılan yargılaması sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ :
İDDİA :
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu’nca düzenlenen 25/01/2016 tarih ve 2016/3972 esas sayılı iddianame ile; İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2014/41637 sayılı sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü soruşturması kapsamında yapılan operasyonlarda 1 Ocak 2014 tarihinde Hatay ili Kırıkhan ilçesinde ve 19 Ocak 2014 tarihinde Adana ili Ceyhan ilçesinde FETÖ / PDY silahlı terör örgütü lideri Fethullah Gülen ve yöneticilerinden Emre Uslu’nun talimatları doğrultusunda yapılan sahte ihbarlarla FETÖ / PDY silahlı terör örgütü yöneticisi ve üyeleri tarafından silah kullanılarak ve MİT mensuplarına yönelik darp, cebir ve şiddet uygulanmak suretiyle durdurularak aranan Suriye Türkmenlerine yönelik yardım faaliyeti yürütmekle görevli MİT tırlarındaki yardım malzemelerinin devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken niteliğe sahip olduğunun Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yetkili birimleri tarafından yapılan açıklamalarda kamuoyuna duyurulduğu, Adana Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine Adana Sulh Ceza Hakimliğinin 14/01/2015 tarih ve 2015/197 değişik iş sayılı kararıyla 5187 sayılı Basın Kanununun 3/2 maddesi uyarınca yayın yasağı kararı verildiği, ayrıca Milli İstihbarat Teşkilatının 06/02/2014 tarihli cevabi yazısı ile tırların 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu ile MİT Müsteşarlığına verilen görev ve yetkiler uyarınca ülkenin milli menfaatleri doğrultusunda yürütülen faaliyetler kapsamında olduğunun bildirildiği,
Sanıklar Can Dündar ve Erdem Gül’ün, Suriye Türkmenlerine yardım malzemesi götüren Milli İstihbarat Teşkilatına ait tırların FETÖ / PDY silahlı terör örgütü yöneticisi ve üyeleri tarafından cebir, şiddet uygulanarak ve silah kullanılarak durdurularak aranmasının ve yardım malzemelerinin görüntülerinin alınmasının ardından Türkiye Cumhuriyeti hükümeti ve devletini El – Kaide terör örgütüne yardım ediyor kurgusuyla Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılatma amacı doğrultusunda çekilen görüntüleri ve bu malzemeler hakkında hazırlanan inceleme raporlarını 07/06/2015 tarihindeki genel seçimlerden bir hafta önce Cumhuriyet Gazetesinin 29/05/2015 ve 12/06/2015 tarihli nüshalarında ısrarla yayınladıklarının tespit edildiği,
Türkiye Cumhuriyeti devletinin yetkili organları ve Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan kamuoyu bilgilendirmelerine ve mahkemece verilen yayın yasağı kararına rağmen sanık Can Dündar’ın genel yayın yönetmenliği görevini yürüttüğü Cumhuriyet Gazetesinde 29/05/2015 tarihinde sanık Can Dündar imzasıyla yayınlanan “işte Erdoğan’ın yok dediği silahlar” başlıklı ve diğer sanık Erdem GÜL’ün ise gazetenin Ankara temsilcisi olarak 12/06/2015 tarihinde kendi imzası ile yayınlanan “Jandarma var dedi” başlıklı haberde 19 Ocak 2014 tarihinde Adana ili Ceyhan ilçesinde durdurulan Milli İstihbarat Teşkilatına ait devlet sırrı kapsamında yardım faaliyeti yürüten tırlara ait devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken nitelikteki bilgi, belge ve fotoğrafları FETÖ / PDY silahlı terör örgütünün nihai amacı olan “Türkiye Cumhuriyeti devletini sahte ihbar ve delillerle teröre yardım eden ülke konumuna sokarak, Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılanmasını sağlamak” şeklindeki gayesine yardım için temin ederek ve devlet sırrını ifşa maksadıyla yayınladıkları,
Sanıkların kastının Türkiye Cumhuriyeti devletine sahte ihbar ve delillerle tuzak kuran ve halen Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 2015/1 esas sayılı dava dosyasında sanık olarak yargılanmakta olan yargı mensupları ve asker şahıslar ile aynı kasıtla Türkiye Cumhuriyeti devleti ve hükümetini terörle ilişkilendirip görevini yapamaz hale getirmek olduğu, bu amaca giden yolda sanıkların soruşturmadaki konumunun FETÖ / PDY terör örgütünün işbirlikçiliği olduğu, bunun 5237 sayılı Türk Ceza Kanunundaki karşılığının da FETÖ / PDY silahlı terör örgütüne üye olmadan bilerek ve isteyerek yardım etmek olduğundan bahisle her iki sanığın da Devletin Gizli Kalması Gereken Bilgilerini Siyasal veya Askeri Casusluk Maksadıyla Temin Etme, Devletin Gizli Kalması Gereken Bilgilerini Siyasal veya Askeri Casusluk Maksadıyla Açıklama, Cebir ve Şiddet Kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini Ortadan Kaldırmaya veya Görevlerini Yapmasını Kısmen yada Tamamen Engellemeye Teşebbüs Etme, Silahlı Terör Örgütüne Üye Olmaksızın Bilerek İsteyerek Yardım Etme suçlarından eylemlerine uyan 5237 sayılı TCK’nun 220/7 maddesi delaletiyle TCK’nun 314/2, 328/1, 330/1, 312/1, 53, 63/1 ve 58/9 maddeleri ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 5. maddesi gereğince ayrı ayrı cezalandırılmaları istemiyle mahkememize kamu davası açılmıştır.
İddianame ile birlikte sanıklar hakkındaki duruşmaların kapalı yapılmasına karar verilmesi talep edilmiş olup, mahkememizce duruşmanın ilk oturumunda alınan ara karar ile, Başbakanlık MİT Müsteşarlığının Adana Cumhuryet Başsavcılığına göndermiş olduğu yazılarında dava konusu olaya ilişkin bilgi ve belgelerin devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken devlet sırrı kapsamında olduğunun belirtilmiş olması, devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgilerin taraflarca duruşmaların icrası sırasında her an için iddia ve savunma kapsamında dile getirilebilir ihtimalinin bulunması, bu durumun da söz konusu bilgilerin içeriğinin her an davanın tarafı olmayan üçüncü kişiler tarafından içeriğine vakıf olunma riski arz etmesi, dava dosyasının birleştirme talepli açıldığı sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü dosyası olarak da bilinen mahkememizin 2015/297 esas sayılı dava dosyası ile irtibatlı oluşu, bahsi geçen dosyada kapalılık kararı verilmiş olması, Yargıtay 16. Ceza Dairesince MİT tırlarıyla ilgili ana dava dosyasında duruşmaların kapalı icra ediliyor oluşu, iddianamede sanıkların aynı zamanda 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 328 ve 330’uncunun maddelerine mümas siyasal ve askeri casusluk maksadıyla devlet sırrı kapsamında yasaklanan bilgileri temin etme ve ifşa etmekle suçlanmaları hususları hep birlikte gözetilerek kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı bir başka deyişle zorunlu kıldığı halin varlığı kabul edilerek 5271 sayılı CMK’nın 182/2-3, 186/1 madde ve fıkraları uyarınca duruşmaların tamamının kapalı yapılmasına ancak CMK’nın 155/1-2, 187 ve 262.maddeleri hükümleri gözetilerek sanıkların eş ve çocuklarının kapalı duruşmalarda hazır bulunmasına izin verilmesine, bu kişilere duruşmalara katıldıklarında duruşmaların kapalı icra olunmasını gerektiren hususları ifşa etmemeleri bakımından yasal ihtaratta bulunulmasına, aksi davranışın TCK’nın 285. maddesi gereğince yasal sorumluluk doğuracağının da ihtar edilmesine karar verilmiş, bu ara karar doğrultusunda duruşmalar kapalı icra olunmuştur.
SAVUNMA :
A-SAVCILIK İFADELERİ :
Sanık Can Dündar İstanbul C. Başsavcılığında alınan 26/11/2015 tarihli ifadesinde; “Ben 35 yıllık gazeteciyim. Çeşitli gazetelerde yazar, genel yayın yönetmeni olarak çalıştım. Bana sormuş olduğunuz FETÖ / PDY terör örgütü olarak isimlendirdiğiniz oluşumla uzaktan yakından ilgim olamaz. Ne Fetullah Gülen ne de Emre Uslu ile hiçbir münasebetim yoktur. Ben şu anda hakkımda yürüttüğünüz soruşturmanın mağduruyum. Zira bir basın mensubu olarak yıllardır devlet içerisindeki bu oluşumların sakıncalarından bahsettim. Adana’da MİT tırlarının durdurulması olarak adlandırılan olay nedeniyle gazetemde attığım manşet tamamen bir gazetecilik faaliyetidir. Bunun dışında ne casusluk ne örgüte yardım ne de bir başka suçla kesinlikle hiçbir ilgim olamaz. Sizin FETÖ olarak adlandırdığınız bu oluşuma “ne istediler de vermedik” diyenler yargılanmalıdır. Yapmış olduğum bu haber sadece gazetecilik faaliyeti kapsamındadır. Susurluk’ta nelerin yaşandığı, devlet sırrı olarak adlandırılan eylemlerin nerelere vardığı ortadadır. Aynı zamanda bir öğretim üyesi olarak master tezimi “devlet sırrı” konusunda hazırladım. Ben neyin sır olup olmadığını değerlendirebilecek konumdayım. Devletin bu olay sebebiyle iki kurumunun birbirine düşmesi ayrıca vahimdir. Bir gazeteci olarak bu olay benim için bir haberdir. Amacım kamuoyunu uyarmak ve bilgilendirmektir. Aynı zamanda bir takım hataların önlenmesi için devletin de çıkarınadır. Nitekim aynı gün yazdığım başyazı ile bu yayını neden yaptığımızı gerekçeleriyle izah ettim. Ayrıca şunu da ifade etmek isterim ki; gerek Watergate ve gerekse İrangate skandalları olarak bilinen hadiseler de vakt-i zamanında devlet sırrı olarak kabul edilen ve bu haberler sebebiyle gazetecilerin yargılanmaya çalışıldığı olaylardır. Ancak aradan geçen yıllardan sonra devlet adına bu operasyonları yürütenler yargılanıp mahkum edilmişlerdir. Ben bu bilgi ve belgeleri nereden aldığımı gazetecilik etiği gereği söyleyemem, ancak şunu ifade edebilirim ki hiç kimse veya örgüt bana bu konuda hiçbir talimat veremez. Meslek hayatımda bunun hiçbir örneği yoktur. Yaptığım tamamen gazetecilik faaliyetidir. Kaynağımı açıklamak istemiyorum ama şunu söyleyebilirim kesinlikle cemaatle bir ilgisi yoktur. Ben gazeteci olarak kamuoyunu uyarma görevimi yaptığımı düşünüyorum. Kesinlikle cemaat eliyle devlet aleyhine hiçbir eylemim söz konusu olamaz, bu görüntüler 21 Ocak 2014 tarihinde Aydınlık gazetesinde yayınlanan haberle ilgilidir. Ancak bazı görüntüler farklıdır. Haber değeri vardır. Bu nedenle faaliyetim gazetecilik faaliyetidir. Başka hiçbir amaç taşımamaktadır” şeklinde beyanda bulunmuştur.
Sanık Erdem Gül İstanbul C. Başsavcılığında alınan 26/11/2015 tarihli ifadesinde; “Ben 20-25 yıllık gazeteciyim. Malumunuz da olduğu üzere kaynağımı açıklayamam. Bu nedenle kusuruma bakmazsanız bu konuda herhangi bir bilgi veremem. Ben Basın – Yayın Yüksekokulu mezunuyum. Ankara gazetecisiyim. Bunu şunun için vurguluyorum. Ankara gazetecisinin ilgi alanı devlet bürokrasisidir. Bunu da bu refleksle yayınladım. Bunun dışında yasal olmayan hiçbir amacım maksadım yoktur. Gazeteciyim, haber değeri taşıyan her şeyi yayınlarım. Herhangi bir örgütün, oluşumun amaçları doğrultusunda hiçbir faaliyet yürütmedim. Özel bir maksadım yoktur. Bu haberi yayınlarken birilerinin yararına, birilerinin zararına hesap etmedim. Benim amacım halkın bilgilenmesidir. Ben Bayram Kaya ismini şu anda tam olarak hatırlayamadım. Emre Erciş’i ise sosyal medyadan tanıyorum. Bunun dışında ikisiyle de görüşmem olmadı. Yaptığım haber gazetecilik refleksi gereğidir. Olayları savcı yada hakim gibi düşünemem. Suç işleme kastım yoktur. Herhangi bir örgüte yardım niyetim de bulunmamaktadır. Ben 20 küsur yıllık gazeteciyim. Bütün meslek hayatım devletin milletiyle beraber barışık olmasıdır. Bütün haberlerim ve yayınlarım bu minval üzeredir. Bunun dışında hiçbir yasadışı kastım söz konusu olamaz” şeklinde beyanda bulunmuştur.
B-SULH CEZA HAKİMLİĞİNDEKİ İFADE VE SORGULARI :
Sanık Can Dündar İstanbul 7. Sulh Ceza Hakimliğinde yapılan 26/11/2015 tarihli sorgusunda; “Ben 35 yıldır gazetecilik yapıyorum. Sicilim ve sabıkam yoktur. Daha önce böyle bir suçlamaya maruz kalmadım. Yaptığım faaliyet gazeteciliktir. Bahsettiğiniz örgütleri bilmiyorum. Bütün bu örgütlerden haberdar değilim. Şunu biliyorum devletin içinde bir yapılanma vardı, hala vardır. Ben kişisel olarak bu yapılanmanın ne kadar zararlı olduğunu yazdım. Gazetem ve çalışanları tutuklandı, mağdur oldu. Biz Türkiye’ye ne kadar mağdur olduğumuzu gösterdik. Biz bunları yaparken Devlet vardı. Bu tezgahı birlikte kurdular, ortaktılar ve hepimizin bildiği gibi kurdukları kumpas bir yerde bozuldu ve ayrıldılar. Cumhurbaşkanı “ne istediler de vermedim” dedi ve ihanete uğradığını söyledi. İşin garipliğine bakın ki biz olayın mağduru olan gazete ve gazeteciler bu yapının ne kadar tehlikeli olduğunu yazan yazarlar, o yapıya yardımcı olmakla suçlanıyoruz. O yapının ortağı olan ne istediğini verdiğini söyleyen Cumhurbaşkanı bizden şikayetçi oluyor. MİT tırlarına gelirsek bu olayı ilk yazan ben değilim. Bahsettiğimiz iki yapının kavgasından dolayı ortaya çıkan birşeydir. Nasıl olur da bir ülkenin jandarması ile istihbaratçıları karşı karşıya gelir. Bu korkunç ikili yapının sonuçlarıdır bunlar, bu bir sır değildir. Bunu yazan ilk ben değildim, savcılar belirttiler neden o tırları çevirdiğini, fotoğraflar çıktı, o tırların nasıl çevrildiğine dair görüntülerine ulaştık. İlk elde devlet farklı tepkiler verdi. MİT dedi ki biz ülke dışına silah sevk etmedik, ülke içinde silah nakli yapıyordu. Başbakan dedi ki gıda ve yardım malzemesi gönderiyorduk. Daha sonra silah olduğu çıkınca Türkmenlere gönderiyorduk dediler. Tuğrul Türkeş “silahın vallahi billahi Türkmenlere gitmediğini biliyorum” dedi. Tanık olarak dinlenebilir. Bu görüntüler elimize ulaştı. Bir gazeteci olarak vermemiz gereken karar şuydu: ülkenin istihbarat teşkilatı kendi görev tanımında olmayan bir silah nakli gerçekleştiriyor. Yani suç işliyor. Bu ulusal hukukta da suç, uluslararası alanda da suç, bize savcılığın suçlamasını sayarken dediniz ki ülkenin milli menfaatleri için gizli kalması gereken bilgileri ifşa etmişiz. Ben ülkenin menfaatlerinin yalan söylemekten geçtiğini inanmıyorum. Ben bu ülkenin milli menfaatlerinin istihbarat teşkilatının silah ticaretinde olduğuna inanmıyorum. Hiçbir suç gizli damgası ile örtbas edilemez. Devlet yurttaşına yalan söyleyerek adil bir devlet olamaz. Bir devlet adamının görevi böyle durumlarda devletini düştüğü zor durumdan kurtarmak olabilir. Hatırlatmak isterim ki gazeteci devlet memuru değildir. Benim görevim halk adına devleti denetlemektir. Devlet bir hata yapıyorsa, hükümet yanlış bir olaya bulaşmışsa kamu adına bunun hesabını sormak. Uluslararası çapta yankısı olan bir olay, silah nakli, devlet adamları o tırlarda ilaç vardı diyor, ilaç olan kutuları kaldırdığınız zaman silahları görüyorsunuz. Nereye gittiğini görmüyoruz. Nereye gittiği beni ikinci derece ilgilendiriyor. Bunun hesabını birisinin sorması lazım, bu bir devlet içi çatışma olabilir, uluslararası bir tezgah olabilir. Devlet radikal islamcıları silahlandırıyor olabilir ve hiçbir milli menfaat bunu legalize edemez, meşru gösteremez. Gazeteci olarak benim görevim kamuyu bundan haberdar etmektir. Kamu derken okuyucularımızı kastediyorum, bunları yayınlayarak devleti bir yanlıştan kurtardık. Daha önce bunu Susurluk’ta gördük, devlet suçluları kullanabiliyor, suç işliyor. Yaptıkları vahim hataları gizli damgaları ile kendini aklamaya çalışıyor. O dönemde de biz bunlara karşı çıktık ve yayınlayarak devletin daha temiz bir topluma evrilmesine yardımcı oldum. Bugün de böyle bir durum var. Bugün ne yazık ki, devlet bütün uluslararası toplumun tepki gösterdiği bir silah ve insan ticaretine aracılık ediyor. Benim doktora tezim “devlet sırları yasası” üzerinedir. Dünya örneklerini inceledim. En bilinen örneği Watergate ve İrangate skandallarıdır. Günümüzde Wikileaks belgelerinin yayınlanması yine bunları gündeme getirdi. Burada temel mesele devletin güvenlik ihtiyacı bunun karşısında da halkın bilme hakkı ve gazetecinin ifade özgürlüğü var. Bunlar çatıştığı zaman ne olur, asıl konuştuğumuz şey budur. Ben burada ifade özgürlüğünün devletin güvenlik ihtiyacının önüne çıktığını düşünüyorum. Hiçbir şekilde devletin suç işleme özgürlüğü yok. Hiçbir güvenlik gerekçesi bunu örtmez. Biz bu haber nedeniyle tutuklanıp yargılanıp mahkum olursak bu hem Türkiye’de hem uluslararası kamuoyu önünde bir yalan haber yaptığımız için olmayacak. Bu devletin halkına yalan söylediğini belgelediğimiz için olacaktır ve bütün mahkeme sürecinde biz bütün belgeleriyle bu yalanı ortaya koyacağız. Watergate’de de aynı şey oldu ve Başkanın istifası ile sonuçlandı. İrangate Amerika’nın İran’a silah satışını belgeledi, bütün sorumlular mahkeme önünde ifade verdi. Wikileaks Amerika’nın bütün usulsüz belgelerini ortaya koydu. Burada beni casuslukla ile itham edebileceğiniz herhangi bir kanıt yoktur. Hiçbir ülke ile ilgim yoktur. Kendi ülkemin istihbaratı dahil, belirttiğimiz FETÖ örgütü ile hiç bir ilgim yoktur. Bu zamana kadar mücadele ediyorum. Bir casus düşünün ki ulaştığı bilgiyi aynen gazeteye basıyor, bir casus düşünün ki paylaştığı haberden 5,5 ay sonra geliyor, 5,5 aydır elini kolunu sallayarak geziyor. Ben yapılanın iyi bir gazetecilik olduğunu düşünüyorum. Bugün olsa yine yayınlarım. Kamuoyu iyi ki bunları öğrendi, iyi ki Cumhurbaşkanı dün “silahsa silah ne olmuş yani” deme noktasına geldi. Böyle diyerek bu görüntülerin montaj olduğu, sahte olduğu, yanıltıcı olduğu iddialarını da boşa çıkarmış oldu. Yani kabul etti. Bu bile bize yönelik suçlamanın düşmesi için yeterlidir diye düşünüyorum. Cumhurbaşkanı silahsa silah ne olmuş diyorsa ben de haberse haber diyorum ne olmuş yani. Bir kez daha hiçbir çıkar grubu ile cemaat ile istihbarat ile ilgim olmadığını ve gazetecilik dışında bir mesleğim ve amacım olmadığını vurgulamak istiyorum. Ben MİT yasasında silah ticareti yani tırlara silah yükleyip komşu ülkelere gönderme görevi olduğunu bilmiyorum. Eğer MİT kendisine verilmeyen bir yetki ile silah taşıyorsa bu kanaate varıyorum. Yayın yasağı gelir gelmez görüntüleri sitemizden kaldırdık. Görüntüye yönelik yasak gelmişti. Halen de sitemizde yoktur. Ama konu devam ediyordu. Konuya ilişkin yeni tanıklıklar çıkmıştı, belgeler ve bilgiler onları yayınladık. Gelen belgeler asla cemaat kaynaklı değil, haber kaynağımı gazeteci olarak açıklamama hakkım vardır” şeklinde beyanda bulunmuştur.
Sanık Erdem Gül’ün İstanbul 7. Sulh Ceza Hakimliğinde alınan 26/11/2015 tarihli sorgusunda; “Bugün davet üzerine savcılıkta ifademi verdim. İlk kez orada yazdığım bir haber üzerine devletin sır bilgilerini edinip ifşa etmek. Jandarma var dedi, jandarmanın belgesi dolayısı ile savcılıktaki ifadem sırasında devletin sır bilgilerini ifşa etmek, ayrıca terör örgütü olmadan isteyerek yardımcı olmak suçlamalarına maruz kaldık. Bu suçlamaları mantığım almıyor. Çünkü gazetecilik zor bir şeydir. 20 yıldır gazeteciyim, bazen iktidarların devlet gücünü devlet otoritesini kullanan yetkilerle çatışmalarını içerir. Dünyanın 5. kuvveti denilmesinin sebebi de budur. Bir gazeteci olarak bu tür sıkıntıların farkındayım. Asla bir terör örgütü ile bir haberimin yan yana anılması, ya da casusluk faaliyeti bilgi birikimim bakımından bunu bir çerçeveye oturtamıyorum. Haberle ilgili somutlarsam, genel yayın yönetmenimiz de anlattı, ben onun görüşleri tekrar olmaması için Ankara gazetecilğinden bahsetmek isterim. Savcılık ifademde de söyledim. Biz Basın – Yayın’da öğrenciyken bize neyin haber olacağı anlatılırken Ankara gazeteciliğine gelirken devlet organlarının faaliyetlerini izlemek, haberleştirmek olarak anlatılırdı. Dolayısı ile buradaki sizin sorularınıza da yanıt verirken ayrıntılı olarak olur, Devletin bir numaralı organlarından olan Jandarma’nın hazırladığı bir belgedir. Benim için cemaat ile hükümetin kavgası önemli değildir. Ben haber yaparken kim kiminle kavga ediyor. Bu haber kimin işine yarayabilir, kime zarar verebilir, sorularını sormam. Sadece tek bir soru benim gazetecilik anlayışım, halkın yararı ve sağlığı, ülkenin barışı. Benim için önemli olan toplumun güvenliği ve barışıdır. Devlet organı kullanan iktidarların yaptığı eylemler kimi zaman şeffaf değilse halktan bunu saklıyorsa bunu ortaya çıkarmaktır. Devletin güvenliğinin halkın güvenliği varsa olabileceğini düşünüyorum. Silahlar meselesi de benim açımdan olmazsa olmaz haber yapılması gereken birşeydir. Halkın güvenliği halkın barış içinde yaşaması ancak silahsızlanma ile mümkündür. Devletin kendi ordusu silahlı güçleri var. Ancak bunların dışında silahlı faaliyetleri zarar vereceğinden gazeteci bunu halka haber vermelidir. Örneğin ağır salgın bir hastalık olabilir, iktidar olan bir parti seçimi kaybetmemek için bunu halktan saklayabilir. Bunu yazmayan gazetecinin bunu yazmaması suçtur. Ben silah meselesini de bu şekilde düşünüyorum. Bunu yazan sadece biz değiliz, bununla ilgili olarak haberlerde, medyada, sosyal medyada devamlı yazılıyor. Benim oradaki amacım sadece halkın bilgilendirilmesini taşıyor. Savcılık tutuklanmamı istedi. Sonuçta ben hiçbir örgütün üyesi değilim. Hiçbir örgütün üyesi olmayı kafamdan hiç geçirmedim. Casusluk suçlamasını çok üzücü buluyorum. Bu haber nedeniyle yazdığım bir haber nedeniyle yargılanırsam, bu suçlardan yargılanırsam ülkedeki düşünce ifade özgürlüğü, halkın haber alma hakkı ve medyanın iktidarları denetleme görevi dolayısı ile 4. güç olma görevi ve imkanı çok azalmış olacaktır. Buradaki bu suçlamalarla yargılanmak medyayı daha fazla korkutacak, sansür, otosansür gibi halkın gerçekleri bilmesinin önüne geçen bir süreç medyada başlayacaktır. O yüzden suçlamaları reddediyorum. Serbest kalıp haber yapmak istiyorum” şeklinde beyanda bulunmuştur.
C-MAHKEMEMİZDEKİ SAVUNMALARI :
Sanık Can Dündar mahkememizde 01/04/2016 tarihli celsedeki savunmasında; “Sayın başkan, sayın üyeler, savunmama başlamadan önce bir talebimi dile getirmek istiyorum. Bliyorsunuz yargılanma nedenimiz; Milli İstihbarat Teşkilatına ait tırlarda birtakım mühimmat malzemelerinin taşındığına dair görüntüleri yayınlamak ve bu aracılığıyla devlet sırlarını ifşa ettiğimiz söyleniyor, bununla suçlanıyoruz. Fakat biz bunların, bu görüntülerin halkın bilme hakkı ve gazetecilerin öğrenme hakkı çerçevesinde olduğunu belirtiyoruz. Bu görüntüler dosyanızda var, bir DVD içinde, kapalı oturum kararı da bu milli gizlilik, milli sır kapsamında olduğu için alındığına göre, izniniz olursa ben savunmamda o görüntüleri izleyerek, üzerinde izah ederek ve neden bu görüntülerin yayınlanmasının zorunlu olduğunu anlatmak istiyorum, onun için izniniz olursa dosyadan o DVD’nin alınarak mahkeme salonuna gösterilmesini ve benim onun üzerinde izahat yapmama izin verilmesini istiyorum…..Sayın başkan, sayın üyeler, doğrusu bugün sizin yerinizde olmak istemezdim çünkü çok zor bir duruşmaya başlıyoruz, çünkü biliyorsunuz ortada bir Anayasa Mahkemesi kararı var ve Anayasa Mahkemesinin bizim tahliyemize ilişkin ve yapılan işin gazetecilik olduğuna, basın özgürlüğü kapsamına girdiğine ilişkin bir kararı var ve bu karardan sonra sayın Cumhurbaşkanı bu kararı tanımadığını, bu karara uymayacağını söyledi ve mahkemenize talimat niteliğinde bir demeç verdi, o demeci burada aynen okumak istiyorum, dedi ki, ilk derece mahkeme kararında direnebilirdi, dirense olaylar farklı gelişirdi, diren bakalım, Anayasa Mahkemesi ne yapacak bunu görelim. Bu demeç bildiğim kadarıyla Cumhuriyet tarihimizde bir ilktir, ilk kez bir Cumhurbaşkanı, hukuku hiçe sayarak, Anayasa Mahkemesinin verdiği kararı tanımadığını söylüyor ve size de tanımamanız gerektiği konusunda bir çağrı yapma cüreti gösteriyor. Bu herhalde işinizi yeterince zorlaştıracak bir talimattır diye düşünüyorum. Bitmiyor arkasından bir başka demeç verdi. Bu hukuksuzluk eğer Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne giderse, oradan da en fazla tazminat cezası çıkabileceğini söyledi ve neredeyse parası neyse veririz demeye getiren şu demeci verdi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Anayasa Mahkemesinin istikametinde karar verirse o da sadece tazminat bakımından bağlayıcıdır, devlet o tazminatı öder. Bu sözler daha sonra yandaş basınında yer aldı ve hem Anayasa Mahkemesi Başkanı, hem Anayasa Mahkemesi üyeleri, sonra da heyetinizin üyeleri hakkında bir karalama kampanyası başlatıldı ve yeniden tutuklanmamız yönünde de yandaş medyada bir kampanya açıldı. Yetmedi duruşmaya neredeyse saatler kala duruşmanın savcısı değiştirildi, geleneklere aykırı olarak ve mahkeme heyetine yedek biliyorsunuz bir heyet oluşturuldu. Anladığım şu benim, yani sizlerden biri Allah muhafaza bir sağlık sorunu olursa, oradan birileri heyete eklenecek, ben size sağlıklar diliyorum. Hem hukuk sağlığınız açısından, hem sizlerin sağlığı açısından çünkü böyle bir değiştirmenin politik anlaşılması elbette kaçınılmaz olacaktır. Tabii bu da bitmiyor, savcılık sürekli yeni belgeler ekliyor dosyaya, günden güne, nereden biliyorsunuz derseniz, yandaş medyadan okuyoruz hakkımızdaki suçlamaların neler olacağını, öncelikle gazetelere sızdırılıyor, biz oradan okuyoruz, sonradan dosyaya konduğunu tahmin ediyoruz ya da umuyoruz, dolayısıyla mahkemeye gelmeden basından okuduğumuz bazı suçlamalarla karşı karşıyayız. İlginç bir şekilde belgeler şeffaf, mahkeme gizli. Bu da tabii mahkemenin seyrine dair bize bir şey söylüyor, kamuoyu önünde bir yargılama yapılıyor aslında ama duruşma nedense gizli tutuldu, burada bütün bu koşullar altında yapılacak savunma ve yargılama elbette sadece basın özgürlüğü açısından değil, ülkemizde hukukun üstünlüğü açısından da son derece bir önem taşımaktadır ve bir gösterge olacaktır. Bütün dünyanın gözü önünde yapılan bir yargılama, ne yazık ki bunu biz istemedik, bu gizlenmeye çalışıldıkça açığa çıkarılan bir belge niteliği taşıdı ve ister istemez dünya çapında bir önem kazandı, o yüzden Türk yargısının da bağımsız olup olmadığının bir göstergesine dönüştü ne yazık ki, onun için hepinize kolaylıklar diliyorum başlarken. Sayın başkan önce neyle suçlandığımızı kısaca hatırlatmak istiyorum başlıklar halinde. Biz devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etmekle suçlanıyoruz önce, sonra devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri casusluk maksadıyla açıklamakla suçlanıyoruz, üçüncüsü cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya ve görevlerini yaptırmaya kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüsle suçlanıyoruz. Dördüncüsü silahlı terör örgütüne üye olmaksızın bilerek, isteyerek yardım etmekle suçlanıyoruz. Bunları izninizle tek tek değerlendireceğim, fakat buna gelmeden huzurunuza bizi getiren süreci bir özetlemek istiyorum önce. Şimdi gazeteci iseniz ve bir gazetenin yöneticisi pozisyonundaysanız, her gün önünüze çok sayıda belge ve bilgi gelir. Bu kaçınılmazdır üstelik bu sizin gazeteciliğinizin önemli kaynaklarından biridir, değişik yollarla gelir, haber kaynaklarından gelir, postayla gelir, hiç tanımadığınız insanlardan belge ve bilgiye ulaşır size. Biz uzun süredir Cumhuriyet Gazetesinde Türkiye’nin Suriye politikasını eleştiren yayınlar yapıyorduk, bu politikanın yanlış olduğunu, Türkiye’ye zarar vereceğini, bölgede bir iç savaşı tetikleyeceğini söylüyorduk, Suriye’de iç savaşı tetikleyici rolü olduğunu dile getiriyorduk, biliyorsunuz Türkiye’nin özellikle oradaki radikal islamcı unsurlarla çok yakın ilişkide olduğuna, onlara silah ve mühimmat desteği verdiğine dair çok sayıda haberler çıkıyordu, oradaki militanların Türkiye’ye getirildiği, Türkiye’de kamplarda onlara silah eğitimi verildiği, çatışmaya gönderilirken sınırda kolaylıkların sağlandığı, daha sonra çatışıp döndüklerinde yaralı olanlara tedavi hizmeti verildiği ve İstanbul’da belli bölgelerde üstlendiklerine dair çok sayıda haber çıkıyordu, hem yerli basında hem uluslararası basında Türkiye IŞİD’e yardımcı oluyor görüntüsü nedeniyle uluslararası alanda sıkıştırılıyordu ve Türkiye’nin Suriye politikasını eleştirenler arasında başta gazetem de vardı. Bu nedenle biz bunun sakıncalarına dikkat çeken yayınlar yapıyorduk ve bu nedenle de çok sayıda belge ve bilgi elimize ulaşıyordu. Geçen yıl Mayıs ayı sonunda benim elime bir görüntü ulaştı, bu gelen görüntü de birazdan izleyeceğimiz görüntü de, 19 Ocak 2014 günü Adana’da çekilmişti, görüntü, Ceyhan ilçesi Sirkeli gişeleri önünde. Önce izleyeceğimiz görüntünün öncesinden bahsedeyim. Görüntüde üç tır var, bunlar İl Jandarma Komutanlığına bağlı askerlerce durduruluyor, önünde bir sivil araç var, eskortluk yapıyor, jandarma müdahale ediyor, çok sayıda jandarma var orada, tam sayısını zannediyorum 150 olarak bildirdiler, 150 jandarma personeli bir tırı durduruyor, tırdaki şoför konumunda olan ve şoförün yanındakilere araçtan inmelerini söylüyor, araçtakiler kendilerinin Milli İstihbarat Teşkilatı görevlileri olduğunu belirtiyor, aralarında bir tartışma yaşanıyor, sonra araçtakiler yaka paça indiriliyor, devletin istihbarat görevlileri yüzü koyun yere yatırılıyorlar, elleri kelepçeleniyor ve bütün bunlar kaydediliyor kameralar tarafından. Yani özetlemek gerekirse devletin bir silahlı gücü, devletin istihbarat görevlilerine silah çekiyor, zor kullanıyor, kelepçeliyor ve bütün bunlar kayıt altına alınıyor. O sırada jandarma komando ekipleri de eskortluk yapan araçtakilere silahlarını doğrultuyorlar ve onları teslim olmaya zorluyorlar. Müdahale sırasında görüntülerde görüyoruz, kelepçelenenler ısrarla kendilerinin MİT mensubu olduğunu söylüyor ve bunu yapmamaları için ikaz ediyor fakat jandarma ısrarla onları yerde tutmaya devam ediyor ve az sonra da olay mahalline devletin polisi geliyor ve polis de birbiriyle çatışan jandarma ve istihbarat birimlerinin etrafında konumlanıyor. Bu herhalde bu da Cumhuriyet tarihinde ilk kez oluyor, belki en son Talat Aydemir’in darbe girişimi sırasında devletin silahlı güçleri birbirine silah çekmiştir, şimdi gözünüzün önüne getirin bir devlet, bir ülke, ülkenin istihbaratçıları ile jandarması arasında bir çatışma var ve polis de gelip bunu kamufle etmek için orada bulunuyor. Ve bize bunun sır olarak saklanması söyleniyor, bir defa önce şu sır meselesine değineyim, bunun garabetini anlatmadan önce, bu haberin ilk kez bizim gazetemizde yayınlandığı zannediliyor, zannediyorum iddianameden da okuyunca öyle anlaşılıyor, bu yanlış. Bu bir hafıza kaybı olsa gerek çünkü olayın olduğunun hemen ertesi günü, yani bizim haberimizin çıkmasından 14 ay önce olay gazetelerde yer aldı. Bakın bu gazete Cumhuriyet gazetesinden yine örnek vereyim, 20 Ocak 2014 günü “Yedi Tırlık Kriz” şeklinde manşetten verilmiş bu haber ve silah yükü ihbarıyla yeti tır durduruldu, MİT’in kontrolündeki üç araç aranmadı diyor. Savcılara talimat gönderildiği belirtiliyor, şoförlere kelepçeli gözaltı diye haber verilmiş, Sadece Cumhuriyet’te değil bütün gazetelerde çıktı. Tırı aratmadılar diyor aynı gün, 20 Ocak haberin devamında 7 adet tırda silah araması yapıldı, Aydınlık gazetesi 20 Ocak 2014 pazartesi günü, bir başka gazete Adana’da şüpheli yedi tır didik didik arandı demiş, farklı haberler alma, birinde arandı diyor diğerinde aranmadı diyor ama bütün haber yayınlanmış. 20 Ocak’ta başka ne olmuş, o gün, hemen ertesi gün Cumhuriyet Halk Partisi genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tırlarda silah taşındığı demecini vermiş, MİT’in silah kaçakçılığı görevi olduğunu söylememiş, Türkiye’nin uluslararası alanda meşruiyeti tartışmalı konuma geliyor demiş, yani sır o gün darmadağın olmuş, ifşa edilmiş, ortalığa saçılmış, Türkiye’de tartışılmaya başlanmış. AKP sözcüsü Ömer Çelik açıklama yapmak zorunda kalmış, tırlarda ne olduğu kimseyi ilgilendirmez demiş, CHP grup başkanvekili İNCE, bizim vergilerimizle El-Kaide’ye, Özgür Suriye Ordusuna silah gönderiyorsanız, ülkemizin
başını belaya sokuyorsanız, elbette bizi ilgilendirir demiş. Bütün bunlar bizim şu anda devlet sırrını ifşa ettiğimiz suçlamasına binaen daha önce çıkan haberler, üstelik 14 ay öncesinden bahsediyorum. Konu meclise gelmiş, meclis gündeminde günlerce tartışılmış, aydınlatılması için soru önergeleri verilmiş, reddedilmiş, Cumhurbaşkanı, dönemin Cumhurbaşkanı, Başbakan bu konuda demeçler vermiş ve konu tamamen alenileşmiş, yani haberimizin çıkmasından bir buçuk yıl önce konu sır vasfını tamamen yitirmiş, eğer mesele görüntü is o da Aydınlık Gazetesinin 21 Ocak 2014 günkü manşeti ile “işte tırdaki cephane” fotoğrafıyla gördüğünüz gibi yer almış gazetede ve bizim yayınımızdan önce bu konuda gündeme gelmiş ve deşifre olmuş. Yani şunu anlıyorum, biz yazınca büyük olay olmuş, buradan tabi kendi gazetem adına ve kendim adına bir iftihar payı çıkarıyorum, demek ki öbürlerini çok kaale almamışlar, bizimkini daha önemsemişler. Bununla tabii ki övünmek isterim, ne kadar büyük bir etkileme kudretine sahip olduğumuzu anlıyoruz ama işin sır olmadığını da buradan ortaya koyabiliyoruz. Bu görüntüleri izniniz olursa hızlı şimdi bir görebilir miyiz? (Görüntülerin izlenmesi esnasında) Tırlarda ne varmış bir bakalım şu anda devletin görevlileri tır’ın arkasındaki malzemelerin bulunduğu kasaların kapağını açıyorlar ve bu çelik kasalar, o durdurulan üç tır’ın arkasındaki kasalar. Kasalar açılıyor, içinden kutular çıkıyor. Kutular, karton kutular da tekrar görevlilerce açılıyor, o sırada kameralarda kayıtta. Kayıtta olan kameralar basın kameraları değil, zannediyorum hem jandarma, hem sivil görevliler kayıt yapıyor orada ve kameralar önünde kutular açıldığında, kutuların içinde önce bir takım ilaç kutuları çıkıyor, şimdi onları göreceğiz. Evet bunlar ilaç kutuları, çünkü Türkiye oraya insani yardım malzemesi gönderdiğini iddia ediyor, kamuoyuna böyle ilan etti, dünya kamuoyuna da böyle ilan etti, çıkanlar ilaç kutuları fakat görevliler bu ilaç kutularını biraz sonra kaldırdıklarında altındaki cephanelikle karşılaşıyorlar. Bunlarda içinden çıkan mühimmat, burada 2000 havan ve top mermisi var, şu gördükleriniz ve 80.000 makineli tüfek mermisi var. Bunlar da envantere kaydediliyor jandarma tarafından, tabii aslında suça konu değil o görüntüler ama tırın durduruluş ve bütün istihbaratçıların gözaltına alınma görüntüleri de var elimizde ve orada da bu devletin silahlı kuvvetlerinin nasıl birbirine düşürüldüğünü çok net bir şekilde bütün vehametiyle görme şansımız var. Evet bunlar detaylar, bunlar işte hemen yayınlandıktan sonra yayın yasağı getirilen görüntüler bunlar, şu anda bunlar üzerinde yayın yasağı var…Şimdi bir istihbarat teşkilatı düşünün ki, bir tırın içine silah yüklüyor, İstihbarat Teşkilatı’nın böyle bir görevi yok yasal olarak, yani Yasasında MİT silah taşır diye bir hüküm yok. İlaç taşır diye bir şey de yok, yani Milli İstihbarat Teşkilatı bir başka ülkeye, tırlar içerisinde mühimmat sevk ediyor. Yasasında olmayan bir şey bildiğim kadarıyla illegal demektir yani illegal bir şey yapıyor yani suç işliyor, yani ülkenin Milli İstihbarat Teşkilatı suç işlerken, ülkenin jandarması tarafından yakalanıyor, suçüstü yakalanıyor ve bunun görüntüleri çıkıyor ortaya. Jandarma subaylarıyla Milli İstihbaratın elemanları birbirine silah çekiyorlar ve bir çatışmanın eşiğine getiriliyor ülke. İstihbaratçılar kelepçeleniyor, o sırada devletin Valisi giriyor devreye, çünkü muhtemelen dönemin Başbakanı Valiyi uyarıyor ya da İçişleri Bakanı tırları bırakın diye jandarmaya talimat veriyor yani illegal bir eylemin sürmesi yönünde talimat veriyor. Jandarma onları dinlemiyor, trların önünü kesen istihbaratçılar o sırada boşluktan yararlanarak anahtarları alıp kaçıyorlar, yumruklaşmalar oluyor, jandarma o yumruklaşma sırasında anahtarı geri alıyor ve tırları parka çekiyor, tırlar içindeki mühimmatla götürülüyor, bütün bunlar şehrin ortasında ve büyük bir mühimmat yani bir patlama tehlikesinin olduğu yerde herkesin birbirine silah çektiği bir ortamda yaşanıyor, bütün bunlar olurken MİT Bölge Başkanının bütün bu olup bitenden haberi yok yani resmi bilgi sahibi olması gereken makamlara bilgi verilmemiş, daha sonra ortaya çıkıyor bu, Savcı geliyor, tırların kasasının açılmasına, biraz önce izlediğimiz görüntülere nezaret ediyor ve onları kayıt altına aldırıyor, o sırada Emniyet Müdürü gelip polislere bu tırların etrafını çevirme emri veriyor ve tırlar yeniden polis gözetiminde MİT’e teslim ediliyor, peki gitmesi engelleniyor mu, hayır, tırlar o park yerinden alınıp silah yüklü bir şekilde sınırı geçip tekrar Suriye’ye gidiyor. Baştan sona bir devletin bittiği yer, bir devlet fiyaskosu, yani devletin istihbarat teşkilatı belli ki gizli bir operasyon düzenlemiş, bir şekilde açığa çıkmış, rezil olmuş, Türkiye’yi rezil etmiş, jandarma gelmiş, devletin istihbaratına silah çekmiş, kelepçelemiş, polis gelmiş bu yolsuzluğu önleyici yerde, bu hırsızlığı ya da neyse silah kaçakçılığına göz yummuş, devletin Başbakanı girmiş devreye, Valisi girmiş, Emniyet Müdürü girmiş, MİT Bölge Başkanı girmiş, devletin bütün kuvvetleri birbiriyle çatışma haline gelmiş ve ona rağmen bu hukuksuzluk, bu illegal ticarete göz yumulmuş ve devlet rezil olma pahasına bütün bu suçüstü durumunu kapatmaya çalışmış, hemen bunun duyulmaması için ne gerekiyorsa yapılmış ve tırlar gene de oraya gitmiş. Biz bu görüntülere ulaştığımızda Cumhuriyet gazetesinde “Devletin Bittiği An” başlığını attık, gerçekten de ben şu anda ona inanıyorum, gerçekten de devletin bittiği an bu andır. Peki sonra ne olmuş yani şunu burada söylemek zorundayım, dünyanın neresinden, uygar dünyadan bir gazeteciyi bulup getirirseniz burada tanık olarak dinleyin, eğer bir tanesi bile bu haber değildir derse ben mesleği bırakmaya razıyım. Bu dünyanın her yerinde uluslararası çapta bir skandaldır ve aslında hükümet devirecek çapta bir skandaldır, bir Cumhurbaşkanının, bir Başbakanın bütün bu ilişkiler ağırını içinde olması, bir ülkenin istihbarat teşkilatının, jandarmasının, polisininin birbirine silah çekmesi olağanüstü büyük bir uluslararası skandaldır ve bırakın gizlenmeyi yani burada asıl sorumluların yargılanmasını gerektiren çok büyük bir skandalla karşı karşıyayız. Sonra ne oldu bir de ona bakalım, biz bunu nasıl düzelteceğiz paniği başladı devlette, şimdi rezil olduk, bunu nasıl toplarız, tamam basını susturacağız ama duyuldu artık gazetelere haber oldu, jandarma biliyor, polis biliyor, emniyet biliyor, şimdi panik halinde hata yapmaya başladı devlet peşpeşe, önce İstanbul Başsavcı Vekili dedi ki görüntüler kurgudur, bu yayınlanan görüntüler ve hemen erişim yasağı getirdi aman görünmesin bu rezalet diye. Soruşturma başlattı bizim hakkımızda yani olayı yapanlara hiçbir şey yok ama yayınlayanlara niye gösterdiniz bu rezaleti diye soruşturma başladı. Adana Savcılığı gerçeği yansıtmayan sahte görüntüler yayınlamakla suçladı bizi, işte sahte görüntüler dedi biraz önce izledik ve soruşturma açtı. Dedik ki, sahte falan değil yani sahte olduğuna dair bir şey biliyorsanız hemen düzeltelim, kaldı ki devlet sırrını ifşadan soruşturma açıldı, görüntü gerçek değilse biz niye sırdan yargılanıyoruz, eğer sırsa demekki gerçek demektir, o zaman gerçek olmadığı iddianız doğru değil diye, sonra bunun komik olduğunu anladılar yani bu iddiadan vazgeçtiler, gerçek değil iddiasından, bu sefer gerçekti ama silah yoktu insani malzeme vardı dediler, bunların insani malzemeler olmadığı görüntüleri çıktı bu kez ortaya, MİT nasıl toparlayacağını bilemedi, onun üzerine dedi ki, aslında Türkiye’deki birimler arasındaki işlemi yapıyorduk biz dedi, ki böyle bir yetkisi de yok yani silah taşıyamıyor, kaldı ki bu da yalandı, çünkü sınır dışına çıktı bildiğimiz kadarıyla o görüntüler, malzemeler. Başbakan Davutoğlu, 29 Mayıs’ta bir açıklama yaptı, Fransız haber ajansına dedi ki, yardım Özgür Suriye Ordusuna gidiyordu, ertesi gün Ankara’da fikir değiştirdi, dedi ki o yardımlar Suriye’de Bayırbucak Türkmenlerine gidiyordu diye düzeltti çünkü ilkinde yaptığı hatanın büyük sorun çıkaracağını, diplomatik kriz çıkaracağını geç anladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan onun üzerine bu açıklamaya sarıldı, Türkmenlere insani yardım yolluyorduk dedi. Tabii insani yardım değildi gönderilen, o da ortaya çıkmıştı, iyice zor durumda kaldılar, bunun üzerine o dönemin Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan yardımcısı Tuğrul Türkeş dedi ki, bizim bölge ile çok yakın irtibatımız var, huzurunuzda yemin ediyorum, vallahi de, billahi de, bu silahlar Türkmenlere gitmiyordu dedi. Kendisi biliyorsunuz şu anda Başbakan Yardımcısı koltuğunda ve mahkemede ihtiyaç olursa kendisinin tanıklığına başvurmak istiyoruz, acaba fikrini değiştirdi mi yoksa silahlar hâlâ Türkmenlere gitmedi mi, bu konuda yeminine sadık kalacağını umuyoruz bu arada tabii Bayırbucak Türkmen komutanları açıklama yaptı, bizlere öyle bir şey gelmedi, yardım gelmedi, biz burada canla başla çalışıyoruz diye kaldı ki gönderilen kapı zaten Türkmenlere yakın bir kapı değil, El-Nusra’ya yakındı ve Reyhanlı Kapısı özellikle onun için tercih edilmişti ve muhtemelen giden silahlar oradaki radikal islami unsurlara gidiyordu, biz haberimiz de bu konuda bir detay vermedik, ama bu tartışma giderek yaygınlaştı. Elbette Türkmenlere gidiyor olabilir, denilebilir ki her devlet bunu yapıyor, illegal yoldan, her devlet oraya silah yığmaya çalışıyor ama her devlet yakalanmıyor ve yakalandığı zaman hesabını veriyor ve Türkmenlere gidiyor olması tabii bir devletin illegal silah ticareti yapmasını aklamaya yetmiyor, dolayısıyla sadece insani yardım açısından oraya müdahale şansı var devletlerin, hukuken bildiğim kadarıyla. Sonunda artık anlaşıldı ki bunlar silah ve Suriye’ye gidiyor ve oradaki iç savaşta bir tarafı Türkiye ve Cumhurbaşkanı tartışmayı şöyle noktaladı. Silahsa silah ne olmuş yani. Tartışma bitti aslında yani Cumhurbaşkanı kabul etti, silah yolluyoruz ne var kardeşim dedi ve bizim açımızdan ne sır kaldı, ne devlet sırrı kaldı, ne oraya
yapılarının gizli kalma zorunluluğu kaldı, tamamen alenileşti olay ve Cumhurbaşkanının bu sözüyle de bitti yani devlet istihbarat teşkilatı eliyle komşusuna mühimmat sevk ettiğini itiraf etti bir anlamda. Sonra bu silahların neler olduğunu Jandarma Kriminal Laboratuvarı raporlarıyla belgelendi, rapora döküldü ve o raporlar da Erdem Gül’ün haberiyle gazetemizde yer aldı ve biz şimdi o raporlardan dolayı da yargılanıyoruz, yani tırların içindeki silahların dökümünü yayınladığımız için, yani gerçeği açıkladığımız için, bu aslında hem ulusal bir suç, hem uluslararası bir suçtur. Fakat suçlular değil bu suçu ortaya serenler karşınızda şu anda ve onlar yargılanıyor, orada çevirme kararını veren savcı tutuklandı, emri uygulayan jandarma komutanları yargılanıyor, tutuklandı, hakimler tutuklandı, hatta devlet bunlarla da yetinmedi, operasyon sırasında silahları koklayarak bulan polis köpeğini de görevden aldılar, görev yerini değiştirdiler, Köpek zannediyorum Silivri kargo şubesinde görevli şu anda. Fakat ilginç bir şekilde bütün bu operasyonda asıl suçlu olması gereken devletin istihbarat teşkilatını bu duruma düşüren, gizli bir operasyonu açığa çıkaran, ne istihbaratçılar, ne kamu görevlileri, ne devlet yetkilileri, ne Bakanlar, ne dönemin Başbakanı suçlanmadı ve hükümetin işlediği bu suçların ve istihbarat teşkilatının beceriksizliğinin hesabını biz veriyoruz burada ve suçu ortaya serenler yargılanıyor ve suçlular değil biz karşınızda bulunuyoruz. Ben burada oturma düzeninde bir yanlışlık olduğunu düşünüyorum, biz müştekiyiz devletimizin bu hale getirilmesinden ve asıl şüphelilerin burada müşteki pozisyonunda olanlar olması gerektiğini düşünüyoruz ve bir gün onların da yargılanacağına yürekten inanıyoruz. Neden yayınladık bu haberi diye o gün bir başyazı yayınlamıştık kısa bir başyazı yayınlamıştık, ben kaleme almıştım, izin verirseniz onu burada hızla okumak istiyorum, bu haberi neden yayınladık: “Patlaması halinde bir şehri yok edecek kadar çok silah, bu ülkenin havalimanına gizlice indiriliyorsa, o silahlar TIR'lara yüklenip bu ülkenin şehirlerinden, topraklarından, sınırlarından geçiriliyorsa, o silahlar, o ülkenin bütün denetim kurumlarından, meclisinden, halkından habersizce, komşudaki bir savaşın taraflarından birine destek olmak için gönderiliyorsa, gönderilen taraf, bu ülkenin sınırları içinde silahlı eylem yapmış, bu ülkeyi sık sık tehdit etmiş, vahşi bir terör örgütüyse, gönderen hükümet, bu silahların mevcudiyetini ısrarla reddediyor, bu silahları durduran askeri yetkilileri görevden aldırıyor, bu silahlar hakkında soruşturma açan savcıları tutuklatıyor, yargılatıyorsa, bu ülkenin halkı, bu silahlar dolayısıyla karşı karşıya olduğu riskleri bilmiyor, bu sevkiyatın hayati, siyasi, hukuki, diplomatik sonuçlarından haberdar olamıyorsa, yapılan örtülü operasyon başlı başına bir suçsa ve hiçbir yasa, bir suç eylemini meşrulaştırmaya kifayet etmiyorsa, bir gazetenin, bir gazetecinin görevi okurunu bilgilendirmek, halkı bu tehlikeden, bu tehditlerden haberdar etmek, bu maceraya kalkışan yetkilileri ikaz etmektir. Cumhuriyet, bu sorumluluğun bilinciyle bu görüntüleri yayınlıyor” Bu gazetecilik sorumluluğu üzerine de birkaç cümle etmek istiyorum izin verirseniz. Dünyanın hiçbir yerinde kendisine gazeteciyim diyen hiç kimse, hiçbir basın mensubu, böyle bir haberi görmezden gelemez, eğer görmüyorsa ona gazeteci denemez. O devlet memurudur olsa olsa. Sayın başkan hiçbir gazeteci önüne gelen bir haberi yayınlayıp yayınlamamaya karar verirken bu devlet sırrı mı, Cumhurbaşkanımızın hoşuna gidecek mi, Başbakanımız gücenecek mi, acaba hakimler ne der ve saire diye düşünmez. İki şeye bakarız, bir haber gerçek mi, doğru mu, en önemli kıstas budur. İki, bu haberin ve yayınlanmasında kamu yarari var mı, buna bakarız. İlki daha kolay bir sorudur ama ikincisi biraz subjektif bir ister istemez çünkü kamu yararı subjektif bir kavramdır ve insandan insana değişir, kurumdan kuruma, ülkeden ülkeye değişir. Burada tabii iş geliyor ve bunun yayınlanmasında bir kamu yararı var mı? sorusuna düğümleniyor. Ben habere baktığım zaman, evet bunun gerçekliğinden hiç şüphe etmedim, bu gerçekti, çünkü daha önce deşifre olmuş bir bilginin, bir istihbaratın teyidi mahiyetindeydi, doğruluyordu, sadece fotoğrafların görüntüleri vardı elimizde, ama görüntüler çok daha çarpıcıydı. Dolayısıyla bunun yayınlanmasında gerçeklik açısından hiçbir sakınca görmedim. Kamu yararı burada %100 diye düşündüm. Yani bir %1’lik bile bir kuşku duymadım. Çünkü hem ülkenin meclisinden gizli, hem kamu otoritesinden gizli, hem parlamenterlerden, kamuoyundan olayın en azından Adana halkından yani oradan bir silah geçiyor, çok ciddi bir mühimmat geçiyor ve elbette istihbarat teşkilatı bunu davul zurnayla yapacak değildi, ama orada bir patlama olsaydı ki, oldu daha önce Reyhanlı’da, o patlamanın ne olduğu, kaç cana mahal olduğunu biliyorsunuz. Türkiye’nin en büyük facialarından birini yaşadık ve öyle bir patlama halinde bunun hesabını verecek olanlar, muhtemelen ortaya çıkmayacaklardı. Oysa bu operasyonda, ki bizler onların kimler olduğu gördük, kamu yararı %100’dü. Yani bunun yayınlanmaması söz konusu olamazdı ve benim gazetecilik kıstasıma göre, kaldı ki haberi yayınlamadan önce gazeteciliğimizin gereğini yaptık, Milli İstihbarat Teşkilatını aradık ve görüş bildirmelerini istedik, bir cevap alamadık. Dolayısıyla gazeteciliğin evrensel ilkesi olan double check dediğimiz olayın karşı taraflarından görüş alma zorunluluğuna da uymaya çalıştık. Şunu anlıyorum devletlerin sırları olabilir ve her devlet kendi sırrını korumakla yükümlüdür ve hepsini kamuoyuyla paylaşmak zorunda değildir. Ama siz de şunu anlayın, hiçbir suç devlet sırrı görüntüsü altına saklanamaz. Eğer suç işleniyorsa onun üstündeki çok gizli damgası geçerliliğini kaybeder. Çünkü o zaman bizim devlete inanmamız için hiçbir neden kalmıyor ortada, o zaman her suçlu eğer yetkili makamdaysa belgenin üzerine çok gizli damgasını vurduğu anda kendini suçsuz ilan edebilir ve suçunu örtbas edebilir. Bizim görevimiz buna izin vermemek. Bizim gazeteci olarak görevimiz halka karşı ve okurumuza karşıdır ve bir suç varsa, orada sır olamayacağını savunmak ve bunu sergilemek zorundayız. Eğer ülkenin istihbarat teşkilatı kendi Yasasında olmayan bir yetkiyi kullanıyorsa bunu bildirmek bizim görevimiz, Meclis haberdar edilmemişse bunu uyarmak bizim görevimiz. Eğer bu ülkenin halkı tehdit altındaysa bir patlama tehdidi altındaysa uyarmak bizim görevimiz. Bir devlet Cumhurbaşkanından, Başbakanına kadar halkına yalan söylüyorsa bunu teşhir etmek bizim görevimiz, biz yapmayacaksak kim yapacak ki bunu, yani ülkenin Cumhurbaşkanı diyor ki, orada silah yoktu, ilaç vardı. E yalan, şimdi ben ne yapacağım. Cumhurbaşkanımız yalan söylüyor ama idare edelim mi diyeceğim. Yoksa bir ülkenin Cumhurbaşkanının halkına yalan söyleme hakkı yoktur mu diyeceğim. Ülkenin istihbarat teşkilatının Yasasını açık bakıyorum, silah taşıma diye bir sorumluluğu yok, ama taşıyor. Ne yapacağım ben burada?, ya işte devletimizin çıkarları demek ki böyle gerektiriyor. Biraz önce iddianamede sayın yargıç değindi. Diyor ki orada; devletin, halkın çıkarı doğrultusunda gibi bir ifade var zannediyorum, not almıştım okurken, peki, evet, diyor ki; ülkenin milli menfaatleri doğrultusunda yürütülen faaliyetler Milli İstihbarat Teşkilatınca, ne malum, nasıl emin olacağız ülkenin milli menfaatleri doğrultusunda bu faaliyetler, bence değil. Kim buna karar verecek, bu yürütülen faaliyet gerçekten bu benim milli menfaatime mi, yoksa aykırı mı? şu geldiğimiz o günden bugüne geldiğimiz noktaya bakın, Suriye iç savaşındaki duruma bakın, oradaki radikal islami hareketin yükselişine bakın ve bugün Allah aşkına kendi kendinize düşünün, oraya yapılan silah sevkiyatı gerçekten ülkenin hayrına mı olmuştur, milli menfaatimiz doğrultusunda mıdır? bence biz oradaki ateşe, yangına benzin döktük ve ülkenin başına belayı soktuk ve şimdi belki de büyükşehirlerimizdeki patlamaların bir nedeni de o yardımları bir süre sonra kesmek zorunda kalmamız, Çünkü deşifre olması, bunu bilmemiz için belki de böyle değil bilmiyorum, ama bunu tartışmamız lazımdı. Bundan meclisin haberdar olması lazımdı. Kamuoyunun haberdar olması lazımdı ve benim görevim gazeteci olarak, bunu tartışmaktı. Biz bunun ülkenin gerçekten milli menfaatin olup olmadığını, sadece istihbarat teşkilatının başındaki bir şube müdürüne bırakamayız. Buna ne cüretle kendisi karar verebilecek ki, hangisi ülkenin, ne ülkenin menfaatine, ne değil ve basit bir şekilde buna sırdır deyip geçebilecek. Devleti yönetenlerin yasa dışına çıkmak gibi bir ayrıcalığı yok. Devleti yönetenlerin halka yalan söylemek gibi bir ayrıcalığı yok. Eğer bunu yaparlarsa bunun deşifre etmek de gazetecinin en doğal hakkı ve görevi, hatta sorumluluğudur. Sayın Başkan bitmiyor, Cumhurbaşkanı haberin yalan olmadığı ortaya çıkıp da kendisinin söylediğinin yalan olduğu anlaşılınca, bu kez tehdit yoluna gitti. Haberin yayınlanmasından hemen sonra devlet televizyonuna çıktı ve aynen şu cümleyi kurdu; ‘bu haberi yapan kişi bunun bedelini ağır ödeyecek, öyle bırakmam onu’ burada bahsedilen ben oluyorum. Sanıyorum bu da Cumhuriyet tarihimizde bir ilktir. İlk kez bir Cumhurbaşkanı bir gazeteciyi yaptığı doğru haberden ötürü açıkça tehdit etti. Bununla da yetinmedi, şahsen davacı oldu. Adeta ortaya çıkan kendi sırrıymış gibi ve basın tarihimizde bir Cumhurbaşkanının, bir gazeteci için istediği en ağır cezayı istedi ve böylece buraya geldik. Şimdi başta sıraladığım suçlamalara tek tek kısaca değinmek istiyorum. İlki bu gizli kalması gereken bilgileri ifşa ettiğimiz, temin ettiğimiz bölümü, bir defa bu tabiri de kısaca değerlendirmemiz lazım, gizli kalması gereken bilgilerin kararını kim veriyor? ve neden bu bilgilerin gizli kalması gerekiyor? halk için mi? o radikal islamcı örgütler için mi? bu suçu işleyenler için mi? Hükümetin o günkü menfaatleri için mi gizli kalması gerekiyor,
bu bilgilerin? bilgi doğru, bilgi suç, devlet suç işliyor ve bu bilginin gizli kalması gerekiyor. Başbakan yalan söylüyor ve bu bilginin yalanlanmaması gerekiyor, kimin için, ben niye Başbakanın siyasi çıkarını düşünmek zorundayım. Niye MİT’in beceriksizliğini örtbas etmek zorundayım. Benim gazeteci olarak böyle bir görevim yok. Benim görevim; üstelik bu devletin sağlığı için, sağlıklı işlemesi için, devletin silahlı kuvvetlerinin birbirine silah çekememesi için, devletin bu hallere, bu durumlara düşürülmemesi için, halkın bilgi alma hakkı için, gazetecilerin haber verme hakkını savunmak için, benim çıkarım bu bilgilerin gizli kalmaması yönünde, benim inancım şu ki, ortaya çıkan sır devletin sırrı değildi. Devletin içinde odaklanmış bir grubun kendi başına verdiği bir macera kararının sonucuydu ve onların sırrıydı ve bu sırrın ortaya çıkmasını hazmedemediler ve bu yüzden şahsen şikayetçi oldular. Ama ne yazık ki, zaten gizli kalmamıştı bilgi ve ben yazdığımda çoktan ifşa edilmiş durumdaydı. Dolayısı

Bu haber toplam 917 defa okunmuştur
Kalan Karekter Sayısı : 500
Türkiye  => Diğer Haberler
Sitemizdeki yazı ve resimlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
AmdYazılım
Güneydoğu Haber