Çok Okunanlar
Karakter boyutu :  18 Punto16 Punto14 Punto12 Punto
Hüzeyfe FINDIK
Hüzeyfe FINDIK
Dünü Unutanın Yarını Olmaz...

1969 yılı, Allah rahmet eylesin babamın köyümüzün zor hayat şartlarına dayanamaması nedeniyle şehre taşınmaya karar verdiği tarihtir. Bu tarihte ben beş yaşındayım ve bu benim pek çok şeyi henüz yeni akıl etmeye ve hafızamda tutmaya başladığım tarihin başlangıcıdır aynı zamanda. Şehre taşındığımız ilk gün, evimizin yakınındaki daha önce hiç görmediğim bir ağacın meyvesini alıp, ilk ısırmadan sonra acısından dolayı yemekten vazgeçtiğim bu meyve bizlerde pek çok hatıra bırakacaktır.

 

  Daha sonra adını öğrendiğim ve bu gün kahvaltılarda en çok tüketilen yiyeceklerden biri olan zeytini,  biz o yıllarda birkaç defa ısırarak yemek zorunda kalıyorduk.  Kahvaltı soframıza adeta sayılı gelir ve kardeşlerimizle kimin kaç defa ısırdığına ve kaç tane yediğine bakarak kahvaltımızı tamamlardık. Çünkü ülkemizin imkânsızlıkları ve insanların fakirliği o yıllarda herkes gibi bizim ailenin de zorunlu kaderiydi.

 

  Yetmişli yıllar ilk ve ortaokul eğitimi aldığım süreci kapsar. Amerikan yardımı olarak her gün verilen bir bardak süt tozu ve bir parça çörek yine unutamadığımız okul hatıralarıdır. Ağzı fermuarlı tek gözlü çanta, saman kâğıdından yapılan defterler, çat pat kırılan kalemler, ayağımızda patik, Kemalettin Tuğcu’nun hikâyeleri, Tommiks, Teksas Kızıl maske ve Zagor vazgeçemeyeceğimiz çizgi roman karakterleriydi.

 

  Pek çoğumuzun defalarca severek izlediği Kemal Sunal filmlerindeki çay, şeker, tüpgaz gibi ihtiyaçlar için insanların saatlerce sırada bekleme görüntülerini bizler bizzat yaşamıştık. Her dönemde insanların yoğunlaştığı farklı gündem gerçeğinin adı o yıllarda evlerde bulanmayan malzemelerin ne zaman geleceği, nereden alabileceğimiz ve fahiş fiyatlarıydı. Karaborsa ve stokçuluk gibi bazı kavramlarla ilk defa o yıllarda tanışmıştık.

 

   O yıllarda okullarda en fazla yalan,  misafir kavramı üzerinden söylenirdi. Öğretmen ev ödevini sorduğunda mazeretimiz hazırdı “akşam misafir geldi, ders çalışamadım öğretmenim.” Çünkü gaz lambası tek bir odada bulunur, misafir gelince herkes bir arada oturunca ders çalışamazdık. Daha sonraki yıllarda da bahanemiz hazırdı. ”Elektrik kesildi Öğretmenim.”  Çünkü her ne kadar evlerimize elektrik bağlansa da çok fazla kesinti olurdu.

 

  Bu yıllarda radyo da yayımlanan “arkası yarın” adlı tiyatro dinletilerini heyecanla takip ederdik. Daha sonra tanıştığımız televizyon ve yazlık sinemalar o günlerin en önemli eğlenme, bilgi edinme ve kültürel imkânlarıydı. Televizyon,  çatılara kurulan en az on metrelik direklerin üzerindeki antenlerle siyah beyaz ve tek kanal olarak izlenirdi.  Mahalle sakinleri televizyonu olan bu evlerde her akşam birlikte televizyon izlerlerdi.  Bu evlerde oturacak yer bulmak için erken gitmek gerekiyordu. Yer bulamayanlar pencerelerden izlemek zorunda kalırlardı.

 

  Seksenli yıllara geldiğimiz de artık lise öğrencisiydim. Ülkemizdeki ekonomik ve siyasi kaosun her geçen gün artmasıyla birlikte, insanlardaki korku ve endişe toplumun her kesimini kuşatıyor, büyükşehirlerde her gün grup kavgaları oluyor ve siyasi cinayetler işleniyordu.

 

  Bu yıllarda terör, sağcı, solcu, komünist, faşist gibi kavramların çok sık kullanıldığına şahit oluyorduk. Herkes “bu ülkenin hali ne olacak?” diye birbirine soruyordu. Anne babalar evlatlarının gelecek endişesine düşmüştü. Akşam saatinden sonra eve geç kalan aile bireyleri için kaygı duyulurdu. Mahalleler farklı görüşteki grupların kurtarılmış bölgelerine dönüşmüş,  bu insanların düşünce ve yaşantı olarak çok az ortak özellikleri kalmıştı.

 

  Ülkedeki imkânsızlıklar da pek çok alanda kendini gösteriyor, her dönem gençlerin ortak tutkusu olan futbol maçlarının çoğu çamurlu ve su kaplı stadyumlarda oynanıyordu.  Sokaklar her yağmurda çamurdan yürünmez hale geliyordu. Okula ulaşmak için geçmek zorunda olduğumuz sokaklar yağmur yağınca çamurdan yürünmez hale geliyordu. Her ne kadar pantolon paçalarını yukarı toplasak da, ayakkabılarımızın çamuruyla okula girerken hizmetlinin hışmına uğramak ders öncesi hepimizin moralini bozmaya yetiyordu.

 

 Üniversiteye başladığımız ilk yıllarda ülkede artık sükûnet oluşmuştu. Çünkü askeri darbe herkesi hizaya sokmuştu. Kaldığımız yurtlar cezaevi koğuşları gibi kalabalıktı ve ev kiralamak da her öğrencinin harcı değildi. Haberleşme jetonlu ve ankesörlü telefonlarla yapılır, posta haneden telefon bağlatmak için kayıt yaptırır ve uzun müddet ismimizin çağrılmasını beklerdik. Bir de bankalarda üç ayda bir verilen kurs kuyrukları ve memleketten gelmesi geciken harçlık stresi, bizlerin değişmez alın yazısıydı.

 

  Doksanlı yıllar dünyada krizlerin yaşandığı, ülkemizde ise PKK ve Hizbullah terörünün hortladığı bir dönemdi. Enflasyon, devalüasyon, döviz kurları ve zamlar. Toplum bunlarla yatıp, yine bunlarla kakıyordu. Türk parasının değeri ve güvencesi yoktu. Dolar ve mark hayatımızın tam merkezine oturmuştu. Baba oğluna, kardeş kardeşe dövizle borç vermeye başlamıştı. Bir gecede zengin olanlar olduğu gibi, yılların birikimini yine bir gecede kaybedip iflas edenlerin, hatta intihar eden insanların olduğu bir Türkiye gerçeği herkesi kuşatmıştı.

 

  Doksanlı yılların sonuna yaklaştıkça ülkemizdeki siyasi ve ideolojik şer odakları irtica diye bir kavram üreterek cinci hoca Ali Kalkancı, Pavyondan çıkarılıp başörtü takılan Fadime Şahin ve aczimendi  Müslim Gündüz üçlüsüyle ülkemizdeki dindar kesime baskı ve zulüm kumpasları kurulmaya başlanmıştı. Özel hazırlanmış bu üç kişi üzerinden ülkeyi dizayn etmeye çalışmışlardı. Üniversitelerde, emniyet ve askeri kurumlarda, farklı devlet kadrolarında irtica yaftasıyla tam bir kıyım yapmışlardı. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra bu zulüm ve baskı odaklarının iplerinin kimlerin elinde olduğunu dehşet içinde görmüş olduk.

 

   Muhtıralarla, postmodern darbelerle,  PKK terörüyle ve en son 15 Temmuz hainleriyle şerefli ve onurlu ülkemiz insanını dize getirmeye çalıştılar. 28 Şubat süreci günlerinde doğan çocuklar 16 Nisan da oy kullanacaklar. Yarınlarımızın teminatı olan bu gençler anlattığım bu sürecin hiç birini yaşamadı. Onlara bu ülkenin geçmişini iyi öğretmeliyiz ki, geleceğimizi güvenle onlara teslim edebilelim. Daha güzel günler, umut dolu yarınlar için,  geçmişimizi mutlaka iyi tanımalı ve anlamalıyız.  Çünkü tercihimiz bizim geleceğimizdir.

 

Bu yazı toplam 22982 defa okunmuştur.  
Kalan Karekter Sayısı : 500
Muhammet ALSAN / 14 Temmuz 2017 Cuma 01:09
İnsanı çocukluğuna götüren güzel ve hüzünlü bir hikaye tadında, ama hayatın ta kendisinin anlatımı...
100 %
Beğendim
Beğenmedim
Yazarın Diğer yazıları
Sitemizdeki yazı ve resimlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
AmdYazılım
Güneydoğu Haber